Kendine Ait Bir Karşılaşma

Yanlış hatırlamıyorsam 2017’nin ilk aylarında, soğuk bir akşam Ahmet Cemal’in Moda’daki evindeydik. Nermi Uygur’un felsefeye dair metinleri üzerinde grup tartışması yapıyorduk. Tabii bu tartışma ve sohbet çoğu kez sınırları dışına çıkıyor, farklı konulara doğru kayıyordu.


[3d-flip-book mode=”fullscreen” urlparam=”fb3d-page” id=”3091″ title=”false”]

Yanlış hatırlamıyorsam 2017’nin ilk aylarında, soğuk bir akşam Ahmet Cemal’in Moda’daki evindeydik. Nermi Uygur’un felsefeye dair metinleri üzerinde grup tartışması yapıyorduk. Tabii bu tartışma ve sohbet çoğu kez sınırları dışına çıkıyor, farklı konulara doğru kayıyordu. Böyle bir an, söz nereden açıldı hatırlayamasam da Ahmet Cemal bir gazetenin hafta sonu ekinin sayfalarını karıştırıp bir yazı okuyacağını söyledi. Onun beğendiği bir metni ele alma heyecanı, okurken oluşturduğu atmosfer dinleyenin üzerine de sirayet etme kuvvetine sahipti. O yüzden dikkat kesildik. Söz konusu yazı, insanların bir hata yapmamak, yanlış bir yola sapmamak, tedbirli kalmak için günlük hayatta kullandıkları kontrol mekanizmalarını, ceplerimizde ve araçlarımızda artık vazgeçilmez bir yer edinen navigasyon metaforuyla açıklıyordu.

Tuğçe Isıyel

Çevremize özen göstermeden, sokakta, yolda akıp giden canlı ve bitki çeşitliliğini görmeden dağınık zihinlerle ilerlememize olanak tanıyan ve yanlış bir dönemece girme korkusunu bertaraf etmek için sarıldığımız navigasyon aygıtlarımız vardır. Doğrusunu söylemek gerekirse bu aygıtlar farklı biçimleriyle eşimiz-dostumuz-iş arkadaşımız-kendimiz olarak her yerdedir. Yazar, rotamızdan çıkma korkusuna kapılmadan hareket etsek fena mı olur, diye soruyordu. Hata yapar mıyım düşüncesiyle tetikte beklemesek, biraz rahat olsak, sağımızda solumuzda akan yaşamı fark etsek, kimi zaman çizginin dışına taşıp kaybolsak, deneyimlerimizi çeşitlendirsek, yeni maceralar yaşasak fena mı olur, diye ekliyordu.

Ahmet Cemal’in kendi yorumlarını da ilave ederek desteklediği yazının sahibi psikoterapist Tuğçe Isıyel’di. O dönem yollarımız Ahmet Cemal Kültür Atölyesi’nde kesişse de Tuğçe ile henüz tanışmamıştım, ben Türk Edebiyatı dersi verirken onun da aynı çatı altında Psikanalitik Edebiyat Okumaları atölyesini yürüttüğünü biliyordum. Ahmet Cemal’in aracılığıyla denemeleriyle de karşılaştıktan sonra kendisini düzenli olarak takibe devam ettim. Geçmişten beri, psikoloji bilimiyle ilgilenen yazarların eserleri üzerimde bir etki yaratmıştır. Onların hayatı, insan davranışını çözümleme yöntemleri, çevrede olup bitenlere getirdiği bakış açıları ve edebiyatı kullanma biçimleri farklı bir çekiciliğe sahip oluyor.

Örneğin, psikolojinin her türden boyutuna dair hem kurgu hem de kurgu dışı alanda yazdıklarıyla Irvin D. Yalom; aşka, iradeye, yaratma eylemine kattığı varoluşçu yorumlarıyla Rollo May; nörolojiyi ilginç vakalarla herkese anlatabildiği hikayeleriyle Oliver Sacks bilim insanı sıfatlarının yanı sıra usta birer kalemdir. Onları okumak kişinin farkında olduğu ancak anlatacak doğru kelimeleri bir türlü toparlayamadığı durum, davranış ve etkileri anlamayı kolaylaştırır.

İşte aynı özelliklere sahip bir kitap daha geçen ay raflara girdi. Ya Hiç Karşılaşmasaydık, Tuğçe Isıyel’in ilişkilere, psikolojiye ve edebiyata dair yazılarını toparlayıp tekrar elden geçirdiği, onlara yenilerini ilave ettiği, okur için hemen hemen bir ayna işlevine sahip bir eser. Psikoterapi Odasından İlişkilere ve Edebiyata alt başlığını taşıyan eser, Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı ve okurdan gördüğü ilgiyle kısa sürede ikinci baskısını yaptı. Yazının girişinde bahsettiğim akşam Ahmet Cemal’in düşüncelerine, belki de çevresinde olan bitene dokunduğunu hissettiği, ona kendi karşılaşmasını yaşatan o yazı da Kendine Ait Bir Yol başlığıyla sayfaları içinde yer alıyor.

Ben de benzer bir etkiye kapıldığımı söyleyebilirim. Kısa bir örnek vermem gerekirse, bunca yıldır rüyalarımda mekân olarak doğduğum evin yer almasını anlamakta zorluk çektim. Halbuki başka evlerde daha uzun süre yaşadım ve sayısız hatıralar biriktirdim. Bu tabii çocukluğumun kişiliğimde bıraktığı büyük izlerle alakalıydı ancak işin psikolojik katmanlarını, doyurucu cevabı Tuğçe Isıyel’in açıklamalarında ve konuyla ilgili verdiği örneklerde buldum.Ya Hiç Karşılaşmasaydık değindiği konu çeşitliliğiyle en başta ifade ettiğim gibi, hissettiğimiz fakat açıklama noktasında zorluk çektiğimiz, belki de kendimize bile itiraf etmekten sakındığımız, çekindiğimiz durumları, travmaları bize bir ayna tutarak gösteriyor. Kitaptaki her yazı bir karşılaşma ancak kendimize ait bir karşılaşma.

Sözgelimi Suç ve Ceza’yı okuyan çoğu kişinin “Dostoyevski Raskolnikov’la beni anlatmış” yorumu yapması gibi, Ya Hiç Karşılaşmasaydık’ta da okur muhtemelen aynı düşünceye kapılacaktır. Zira Tuğçe Isıyel edebiyatı, asıl mesleği olan psikoterapistliği beslemek, insanın ruhsal hal ve katmanlarını aydınlatmak adına, kendi mesleki tecrübelerini pekiştirmek için kullanıyor. Bunu yaparken hem etkili hikayeler aktarıyor hem de vakalardan örnekler veriyor. Vakalar ve hikâyeleri çıkardığımızda ömrümüzden geriye çok az şey kalır.

Ya Hiç Karşılaşmasaydık, bir klinik psikolog olan yazarının terapi odasındaki deneyimlerinden dolayı çoğu cümlesinde, tespitinde, betimlemesinde veya yaptığı bir sentezde bizi yakalamış oluyor. Hayat tecrübesi, okunabilecek binlerce kitaptan etkilidir, işte böylesine bir tecrübeyle ortaya çıkan eser de okurun kendini bir ayna karşısında bulmasına neden oluyor. Kitap isminden de anlaşılacağı üzere sonsuz olasılıklı bir karşılaşmaya atıf yapıyor, bunu ister bir sevgili ister bir akraba-dost ilişkisi şeklinde algılayın, hiç fark etmez, ilişkinin her kapsamında bize bir perspektif sunuyor.

Sadece insan ilişkilerinde değil, hayvanlarla veya şehirlerle, mekanlarla, bitkilerle kurduğumuz bağları da es geçmiyor. İnsan ruhuna, davranışına dair kitapların bu denli başarılı olmasındaki sebeplerden biri de okurun onunla bir şekilde kendi terapisini yapması olabilir mi? İnsanlar olarak türlü kusurlarımız var, bunların çoğu ortak kusurlar. Bir başkasının duygu, hareket veya tepkisinde analiz edilen kusurlarda kendimizi görmek sanırım iyi hissetmemizi sağlıyor, belki bir empatidir söz konusu olan. Tuğçe Isıyel’in Ya Hiç Karşılaşmasaydık’ta ayrıca güçlü bir edebiyatla üzerinde durduğu tüm bu katmanlar bana da aynısını hissettirdi. Kendinize ait yeni karşılaşmalar için rotanızdan çıkıp bu kitabı okumaya ne dersiniz?