İslam dünyasında resim sanatının temsilcisi olan minyatür, süsleyiciliği yanında kuvvetli bir anlatım gücüne ve kendisine has estetik bir yapıya sahip olarak, asırlar boyu değişik ve çok çeşitli üsluplar altında daima gelişimini sürdürmüştür.
Genelde bir kitap resimleme sanatı olarak kabul edilerek, metni açıklayıcı ve destekleyici olarak yapılmaktadır.
Minyatürün en büyük özelliği konuyu tam olarak göstermesidir. Bu resim tekniğinin tek buyutlu olması, yapılan eserlerde genellikle derinlik kavramının bulunmaması, minyatür sanatının estetik yapısına uygun olmasındandır.
Minyatür sanatındaki düzenlemelerde kullanılan bakış açısı, tepe ve cephe noktalarının tam orta kısmına rastlar. Bunun gereği olarak da bütün figürler birbirlerini tümü ile kapatmayacak bir şekilde yerleştirilir.
Uzaklık görünümü ne boylar, ne de renk ve gölgelerle belirtilir. Ancak insan figürlerinde boy oranları bazen kişinin önemine göre artar veya eksilir.
Yapılan eserlerde mesafe farkı gözetmeksizin bütün detaylar en ince ayrıntısına kadar işlenir. Rengin çoğu kez bir soyutlama aracı olarak, gerçeğe bağlı olmaksızın kullanıldığı görülmektedir.
Minyatürlerde, atların mavi veya pembeye, dağların, tepelerin sarı, eflatun, mercan gibi doğa üstü renklerle bezendiği pek çok eser vardır.
Doğa düzenlemelerinde, tepeler birbirleri arkasından çıkar ve genellikle ayrı paftalar halinde, farklı renklerde boyanır. Osmanlı minyatürlerinde ufuk hattının da oldukça yüksek olarak tutulduğu gözlenmektedir.
İlk bakışta resmin konusundan da evvel canlı ve sıcak renklerin çarpıcı hakimiyeti dikkati çeker. Çoğunlukla mimarî unsurların yer aldığı düzenlemelerde, aynı çerçeve içinde üç veya dört ayrı yönden bakılarak çizilmiş örneklere de oldukça sık rastlanmaktadır.
Minyatürde, doğa düzenlemelerinde genellikle iki ayrı amaç vardır. Birincisi topoğratif tarzda, aslına olduğunca uygun olarak yapılanlardır. Burada ana unsurlar yani ağaç, bitki, dere veya tepelerin tüm detayları ön plana çıkar ve oldukça gerçeği yansıtır.
Diğeri ise kompozisyona yardımcı bir unsur olarak yapılır. Örneğin hükümdar ve çevresindekilerini gösteren bir tören sahnesinde doğa ikinci planda olduğu için burada bir iki ağaç veya bitkinin kullanılması ile yetinilmiştir. Zira konunun ana unsuru hükümdar ve onun yanında olan kişilerin giyim ve kuşamları olduğu kadar, sahnenin içeriğidir.
Kompozisyonda vurgulanacak olan ana nokta bir olayın anlatımıdır. Bu nedenle doğa ikinci planda kalır.
- yy. nakkaşı Matrakçı Nasuh’ta ilk defa olarak manzara resminin başka bir konunun yardımcısı olarak kullanılmadığını görürüz. Doğa ön plandadır ve minyatürün ana konusudur. Şehirlerin ve doğanın en çarpıcı yanları büyük bir gözlemcilikle belirtilmiştir.
Renkler tasvir ettiği manzara ile büyük bir uyum sağlar. Çoğu Osmanlı minyatürlerinde, zemin renklerinin değişik tonlarda kullanıldığını görürüz.
Bunlar doğadan oldukça uzak olarak pembe, mavi, eflatun ve altın kullanılarak yapılmıştır.
Türk minyatür sanatında gözlem ön plandadır. Fantezi ve soyutlamanın büyük bir uyum içinde kullanıldığı dikkati çeker. Sanatçı genellikle Doğayı aynen resmetmekten kaçınmış, bu nedenle de Türk İslam minyatürleri kendine özgü bir üsluba sahip olmuştur.
Her ne kadar renkler doğanın özgün renk dengesine uyum sağlayacak bir tarzda kullanılsa da, sanatçının engin hayal gücüne paralel bir yorumlama getirilmiştir.
Örneğin belirli formlar içinde çizilmiş olan ağaçların zemin nakışları geometrik bir düzende olabilmektedir.
Doğada kullanılan bitkiler, kontürlü olduğu kadar kontürsüz olarak da yapılmış, vurgulama, renklerin tonu veya boyanın kıvamı ile gösterilmiştir.
Özellikle ağaçlarda ilk önce zemin renginin atıldığını sonra degrade, tarama veya noktalama ile koyudan açıda gidecek tarzda tonlanmasının yapıldığını görmekteyiz.
Ancak bu alt yapı işleminden sonra üst detaylar işlenmektedir. İç ve dış mekanların bir arada gösterildiği çizimler, günümüzde yapılan mimarî kesitlerin usul ve kaidelerine oldukça uygun bir benzerlik taşımaktadır.
Türk minyatürlerinde, genellikle hayal ürünü şekil ve manzaralar yoktur.
Bu ince sanatımızın en büyük özelliklerinden biri de sayfa kenarlarında, İran minyatürlerinde olduğu gibi, ağır bir tezhibe yer verilmemesidir.
Türk sanatkârı gerektiğinde minyatürün dışında kalan sayfa boşluklarına yalnızca halkâri denilen sade ve zarif bir süsleme tarzını uygulamakla yetinmiştir. Bunun yanında varak altın ile yapılan zerefşan tekniğinin de oldukça sık kullanıldığı görülür.
Genellikle tarihî, edebî ve ilmî konuların işlendiği Türk minyatür sanatında, Türkler çoğu kez tarihi yansıtmayı tercih etmişlerdir.
Yapılan eserler arasında Osmanlılar’ın savaşlarını, seferlerini ve sosyal hayatını gösteren düğün ve şenliklerini anlatan resimli yazmalar, diğer İslam ülkelerinde yapılan örneklerinden apayrı bir gerçekçi üslubun meydana getirilmesine neden olmuştur.
Minyatürlü yazma eserlerimizin pek çoğu bugün kıymetli birer tarihî belge özelliği taşır. Zamanın örf ve âdetlerini, giyim ve kuşamını, gelenek ve göreneklerini olduğu kadar, Osmanlı Türk tarihini de bu eserlere bakarak takip etmemiz mümkün olmaktadır.
Minyatür yapımında kullanılan boyalar, tezhib sanatında olduğu gibi, madeni oksitler, renk verici taşlar, kök ve toprak boyalardan hazırlanarak elde edilmektedir.
Bu renklerin yanında ana madde olarak altın ve gümüş varakların da ezilerek bolca kullanıldığı görülür. İnsan figürlerinin giyim ve kuşamında olduğu kadar, kapkacak gibi her türlü eşyanın, altın veya gümüşle işlenmesi, minyatür sanatının özelliklerinin başında gelmektedir.
Altın ve gümüş, zemin rengi olarak da oldukça sık kullanılmıştır. Pek çok minyatürde, gökyüzü tamamen altın olduğu gibi, deniz ve akarsular gümüştendir. Yazmaların resimlendirilmesinde, olayların ve gösterilen sahnelerin gerçeğe uygun olmaları için, yazar ve başnakkaşın çoğu kez konuyu iyi bilen kişilerle ortak bir çalışmayı sürdürdüğü, onlardan daima gerekli bilgileri alarak en doğru ve gerçekçi bir şekilde eserlerini tamamladıkları bilinmektedir.
Bunun yanında aynı amaçla pek çok nakkaş ve şahnâmecinin de hünkar ile birlikte seferlere katıldığı görülür.
Cahide Keskiner kimdir?
1931 yılında İstanbul’da doğdu. Tezhip ve minyatür çalışmalarına 1953 yılında hocası Ord. Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVER ile başladı. 1965 yılında İstanbul Yıldız Porselen Fabrikasına Türk Süsleme Sanatları Uzmanı olarak atandı ve orada ilk olarak Türk Süsleme Atölyesini kurdu. 1980 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Topkapı Sarayı Müzesi’nde başlatılan “Uygulamalı Türk Süsleme Sanatları Kursları”nda eğitim ve yönetim kurulu başkanlığına getirildi. 1982 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Geleneksel Türk Süsleme Sanatları Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalışmalarına başladı. 2000 yılında Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak Kadıköy Aziz Berker Halk Eğitim Kütüphanesi’nde başlatılan tezhip kursunda öğretim görevlisi olarak vazife aldı.
Cahide Keskiner’in Milli Kütüphane’deki e-kitabına ulaşmak için tıklayın…
2002 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Mevlana Büyük Ödülü, 2012 yılında Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, 2016 yılında Yaşayan İnsan Hazinesi Ödülü başta olmak üzere sanat hayatı boyunca birçok ödüle layık görülen, Cahide Keskiner Hocamız 14 Kasım 2018’de 87 yaşında hayata veda etmiştir. Cenazesi 15.11.2018 günü Şakirin Camii’inde kılınan
namazın ardından Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir.
Yayımlanmış Eserleri: Türk Süsleme Sanatlarında Desen ve Motif, Tercüman Yayınları 1978, Türkish Motifs. Turing Otomobil
Kurumu. 1. Baskı 1989 (Turkish-English), 2. Baskı 1991 (English), 3. Baskı 1991 (Deutsch), 4. Baskı 1995 (English), 5. Baskı 2001 (English), Çocuklar İçin Türk Motifleri ile Çizim ve Boyama Kitabı, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yayınları 1990, Türk Süsleme Sanatlarında Stilize Çiçekler (Hatai), T.C. Kültür Bakanlığı 2. Baskı 2000-2002.
Not. Kapaktaki görsel Cahide Keskiner’in eserlerinden biri olup fotoğrafa filtre uygulanmıştır.