Gelecek burada, duyuyor musun?

Selçuk Artut ve Jeremy Woodruff’un 2018’den bu yana Berlin ve İstanbul’da düzenlediği Distopya Festivali, bu yıl ‘Distopya: Ses Sanatı’ adı altında Akbank Sanat’ta izleyiciyle buluşuyor.


‘Distopya’ kelimesi ilk defa İngiliz filozof John Stuart Mill tarafından kullanıldığında henüz George Orwell ‘1984’ romanını yazmamış, Aldous Huxley ‘Cesur Yeni Dünya’da 26. yüzyıl Londra’sını kurgulamamıştı. Hatta İspanyol virüsü insanlığı kırıp geçmemiş, 1. Dünya Savaşı yaşanmamış ve 2. Dünya Savaşı’nda kurulan toplama kamplarında insanlar türdeşlerini gaz odalarına kapatmamıştı. Mill, kökeni Yunancaya dayanan bir kelime olan ‘distopya’yı ütopyanın tersi olarak değil de “Kötü, hastalıklı, anormal bir yer” olarak kullanır.
Bizim evimiz olan dünya; Carl Sagan’ın tanımlamasıyla “Soluk mavi nokta”, bugüne kadar insanoğlunun kıyımına, tahribatına, yıkımına ve acılarına tanıklık etti. Salgın sürecinde Dünya, bize yeniden aslında ‘distopya’nın tam da ortasında yaşadığımızı sert bir dille hatırlattı. Aksanat’taki ‘Distopya: Ses Sanatı’ sergi küratörlerinden Selçuk Artut, distopyanın sesini izleyiciye bir kez daha duyuruyor. Artut, distopyanın sesinin aslında ‘sessizlik’ olabileceğini belirtiyor ve ekliyor: “Distopya uzun süredir günümüzde gerçekleşmesi uzak, hayali bir senaryo olarak düşünülüyordu. Oysa 2020 yılı bir anda beklemediğimiz bir zamanda karşımıza çıkardığı pandemi ile bu hayali düşünce yapısının ne kadar gerçekçi olabileceğini bizlere göstermiş oldu. Dünya endüstrileşme sonrası insan egemenliğinin hâkimiyetinde susmak bilmeyen makinelerin bir anda durduğu derin bir sessizliğe büründü. Neticesinde distopyanın sesinin aslında sessizlik olabileceğini de anlamış olduk. Distopyanın gölgesindeki sessizliklere aslında uzun süredir kulak vermediğimiz gerçeği geniş kitlelerde yeni bir farkındalık sürecinin gelişmesine sebep oldu. Distopya bilinmeyeni çok olan, uç noktaların göreceli olarak karşılık bulduğu bir hali temsil ediyor. Distopyanın sesini duyabilmek için sessizliği de eşdeğer biçimde fark edebilmek gerekiyor.”

DÜNYA’YI HİÇE SAYARSAK…

Gelecek burada, duyuyor musun

Selçuk Artut
İnsanlık tarih boyunca yıldızlara, avuç içindeki çizgilere, rüyalara bakıp geleceği öngörmeye çalışmış. Yazarlar ‘geleceğin’ nasıl bir yer olduğunu arayıp durmuş. Peki gelecek nerede? Gelecek makineler tarafından işgal edilen, bir yapay zekâ tarafından yönetilen bir yer mi? Yoksa gelecek burada mı? Bu sorulara cevap arayan sergi küratörü Artut, geleceği şöyle betimliyor: “Geleceği bugün olarak görmek bizleri içinden çıkılması olanaksız bir paradoksun içine itecektir. Geleceği hep gelecekte aramakta fayda var. Ancak gelecek bir yıkım ise o zaman o yıkıma doğru yaklaşırken artık bugünün de geleceğe yakınsaması kaçınılmaz oluyor. Elimizden yitirmeye başladığımız yerküre, 70’li yılların sonunda ozon tabakasının yok olması sinyali ile bizleri uyarmaya çalışmış olsa da problemin boyutu göz önüne alındığında tüm bireysel çabaların nafile olduğunu görüyoruz. Meselenin ekolojik boyutunu bir kenara ayıracak olursak insan odaklı medeniyet modelinin, oluşabilecek bir küresel felaketin karşısında olan bitene seyirci kalacağını söylemek pek yanlış olmayacaktır. Modernitenin peşinden getirdiği gelişim ve yenilik hırsları sorgusuz ve bilinçsiz bir biçimde var olmaya devam ettikçe belli bir düzenin yerine gelebileceğini ummak mümkün gözükmüyor. Hayatın temposunu Dünya’nın temposuna uydurmak zorundayız. Dünya’yı hiçe sayarak bir düzen oluşturmak, insan egemen bir anlayışın ısrarla devam ettirdiği, geri dönülmesi güç bir yanlışlar zincirini peşinden sürüklüyor.”

SESİN SOYUT HALİ

Gelecek burada, duyuyor musun

Arthur C. Clark, Jules Verne, Marry Shelly gibi bilimkurgu yazarlarının romanlarında fantastik öğelerin yanı sıra distopik kavram, mekân ve durumlarla da karşılaşırız. Sergi bilimkurgu edebiyatı referans almanın dışında siyaset bilimi ve sosyolojiyi de konusu haline getiriyor. Artut, bunu şu şekilde açıklıyor: “Distopya ve ütopya kavramları bilimkurgu edebiyatında yaygın bir fantastik öğe olarak sık sık karşımıza çıkıyor. Bilinen ilk örneklerini Platon’un ‘Devlet’ kitabında gördüğümüz ideal toplumsal yaşam kurgusu arayışı daha çok siyaset bilimi ve sosyolojide tartışma konusu olarak ele alınmaktadır. Elbette konu sanat olduğunda sanatın dokunduğu birçok alanın var olduğunu söyleyebiliriz. Bu özelliği sebebiyle düşünsel içeriği oluşturmada direkt referans vermesek de bahsettiğiniz yazarların sorgulayıcı tavırlarından beslendiğimizi belirtmemiz gerekir. Sergi kapsamında ses sanatı özelinde distopya kavramını ele alan birçok eser daha çok sesin soyut halini vurgulamakta ve eserlere dair oluşabilecek çıkarımları izleyicilerin algısına bırakmakta.”
Sergiyi fiziksel olarak bir mekânda ele alma kararının ardından küratörler, içinde bulunduğumuz salgın koşullarını da dikkate almış ve mekânın kullanımına dair birtakım temel prensiplerle sergi hazırlıkları için yola koyulmuş. Bu nedenle galeride mümkün olduğunca odalar ve bölmeler oluşturmaktan kaçınılmış. Küratör Artut şöyle ekliyor: “Elbette bu karar ‘Ses Sanatı’ özelinde birçok meseleyi beraberinde getiriyor. Eserlerdeki ses içeriklerini birbirlerinden tamamen izole etmektense bunun tam tersi yönde düşünerek seslerin bir araya gelişinin yarattığı hissin üzerine gitmeye bilinçli olarak karar verdik. Sergilenen eserler incelendiğinde örneğin Georg Werner’in ‘Yapay Us’ isimli eseri beklentilerin aksine ses üretmektense etraftaki seslerden etkilenerek üzerinde bulunan ışık kaynaklarının açılıp kapanmasını sağlıyor. Bu anlamda zaten bu eserin var olabilmesi için diğer eserlere ihtiyacı bulunuyor. Bir başka eser olan Hans Peter Kuhn’un işine baktığımızda ise anlamsız sözler duyduğumuz küçük bir hoparlör tüm dikkatimizi ona yoğunlaştırmaya davet ediyor. Mekâna girdiğinizde ilk başta karşılaştığınız kakofoni haliyle zamanla barışıyor ve tüm o karmaşada kendinizi detayların peşinde ilerleyen bir ses avcısı gibi hissedebiliyorsunuz.”
Karanlığın içinden yükselen, geleceğin bir simülasyonunu ses yoluyla izleyiciye anlatan ‘Distopya: Ses Sanatı’, 15 Haziran’a kadar Akbank Sanat’ta.