Feridûn-i Muşirî ve Şiiri; Gel üzüntü dikenlerini…

Muşirî’nin şiirlerinin çoğu umut dolu mesajlarla yüklüdür. O, şiirlerinde hep ümitsizliğin uçsuz bucaksız karanlık gecelerinde seher aydınlıklarını hatırlatır. Düşmanlıkların, kin ve nefretin kol gezdiği dikenliklerde her zaman dostluk ve sevgi çiçeklerinden bahseder. Sıkıntılar ve üzüntüler içerisinde ümit tomurcuklarının açacağını müjdeler...


[3d-flip-book mode=”fullscreen” urlparam=”fb3d-page” id=”3219″ title=”false”]

Feridûn-i Muşirî, 1926 yılında Tahran’da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Meşhed ve Tahran’da tamamladı. Edebiyatla iç içe bulunan bir ailede büyüyen ve çocukluk yaşlarından itibaren şiire yakın ilgi duyan Feridûn-i Muşirî, okuma yazmayı öğrendikten sonra İran edebiyatının en önemli simaları arasında yer alan Hâfız-i Şirazî, Sadî-yi Şirazî, Nizamî-yi Gencevî ve Firdevsî gibi şairlerin eserlerini okumaya başladı. Zamanının çoğunu ünlü Fars şairlerinin eserleri ve divanları üzerinde mütalaalarıyla geçiriyordu. Lise yıllarında şiir hayatına başlayan Feridûn-i Muşirî, üniversitenin ilk yıllarından itibaren de gazellerini ve mesnevilerini kaleme almaya başladı.

Muşirî, Tahran Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde başladığı yükseköğrenimini bir süre devam ettirdikten sonra yarıda bırakarak 1945 yılında Tahran’da Posta Telefon-Telgraf İdaresi’nde göreve başladı. 1971 yılında emekli oldu. On sekiz yaşından itibaren aralarında edebiyat bölümünün sorumluluğunu üstlenmiş olduğu değişik dergilerde şiirlerini yayınlamaya başladı. Aynı zamanda gazetecilik mesleği ile de yoğun olarak ilgilendi. Gazetecilik ve basın-yayın alanındaki bilgisini artırmak amacıyla Tahran Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü de bitirdi.

Feridûn-i Muşirî

İlk şiir mecmuasını 1955 yılında Nâ Yâfte adıyla yayınlayan Muşirî, Gonâh-i Deryâ adlı ikinci eserini 1956 yılında kaleme almıştır. Diğer şiirleri, Ebr (1961), Bahâr Râ Bâver Kon (1968), Pervâz Bâ Hûrşîd (1968), Ez Hâmûşî (1985), Morvarîd-i Mihr (1986), Âh Bârân (1988) adlı şiir mecmualarında yayınlanmıştır. Ez Diyâr-i Âştî, Ebr u Kûçe ve Âvâz-i Ân Perende-yi Ğamgîn adlı mecmuaları da şairin önemli eserleri arasındadır.

HALK ŞAİRİ

Şiiri yer yer romantik özellikler taşıyan Feridûn-i Muşirî, eserlerinde bazen üzüntülere boğulmuş dizelere, zaman zaman aşk ve duygusallıktan, yüce değerlerden bahseden oldukça samimi ifadelerle dolu mısralara yer vermektedir. Genel bir değerlendirmeyle şiiri, eski ve yeni tarz arasında ancak yönü daha çok yeniye doğru olan bir tarza sahiptir. Muşirî’nin şiiri, taşıdığı bu özelliklerden ve sade bir tarzda kaleme alınmasından dolayı şiir okurları tarafından olduğu gibi halk kesimlerince de yoğun ilgiyle karşılanmıştır.

Çağdaş İran edebiyatının yeni tarzı benimseyen şairleri arasında yer almakta olan Muşirî, bu ekolün ünlü kalemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Nâ Yâfte ve Gonâh-i Deryâ adlı eserlerinde aşk ve sevgiyi konu alan gazeller önemli yer tutmaktadır. Şiirlerinde kullanmış olduğu kelimeler dikkatle ve özenle seçilmiş, kullandığı dil genelde sade ve akıcıdır. Terk edilmiş ya da az kullanılan lafızları ve vezinleri kullanmaktan kaçınan şair, düşüncelerini samimiyetle ve gerçeklerden yola çıkarak mısralara aktarmaya çalışmıştır. Şiirlerinin önemli bir bölümü içerisinde yaşadığı dönemin ve bir bireyi olduğu toplumun özelliklerini yansıtan ifadelerin yer aldığı, sosyal hayatın, toplumsal değerlerin yansımalarının geniş olarak görüldüğü dizelerden oluşmaktadır.

SİYASİ ÇEVRELERE İLGİ DUYMADI

Muşirî’nin şiiri, klasik tarza yakın bir dille söylenmiş şiirleri andırmaktadır. Özellikle 1969 yılından itibaren kaleme almış olduğu şiirlerde hem içerik açısından hem de lafız ve şekil bakımından birtakım önemli değişiklikler göze çarpmakta, hayatının son dönemlerine ait şiirlerinde felsefi kavramlar, felsefesi ve düşünce yapısı ile ilgili konular yer almakta, sosyal olayları, toplumsal problemleri yansıtan pasajlar görülmektedir. Bütün bunlar, onun felsefe ve düşünce alanındaki makamının yüksekliğinin ve olgunlaşma yolunda kat ettiği mesafenin göstergesi olarak kabul edilebilir.

Feridûn-i Muşirî, diğer birçok çağdaşı gibi siyasetle yakından ilgilenmemiş ve siyasi çevrelere fazla ilgi duymamıştır. Siyasetten ve toplumun siyasi yapısıyla ilgili konulardan oldukça az bahsetmiştir. Mutasavvıf olmamasına rağmen şiirlerinde yer yer tasavvuftan bahsetmiş ve bazen de tasavvufi şiirler kaleme almıştır. Şiiri lirik tarzda kaleme alınmış dizelerden, aşk şiirlerinden oluşan Muşirî, çok hassas ve ince düşünceli bir şahsiyettir. Bir gülün pörsümesinden, bir çocuğun sessiz ve çaresiz bakışlarından, kafesteki bir kanaryanın feryadından, zincirlere, prangalara vurulmuş birinin üzüntüsünden gözleri yaşaran, duygusal bir yapıya sahiptir. Oldukça sade bir dille akıcı bir tarzda kaleme alınmış, tatlı şiirleri daha çok gençlere yöneliktir. Özellikle “Kûçe: sokak” adlı şiiri aşk şiirleri arasında en güzel şiir olma rekoru kırmıştır. Şiirinde sosyal konulara yer vermesinin yanında lirik şiirler de eserlerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.

SOSYAL KONULARLA İLGİLENDİ

Kullandığı dilin akıcılığı, sadeliği aynı zamanda konu ve şekil açısından taşıdığı birtakım özelliklerden dolayı Ebu’l-Kâsım-i Lahutî, Pejmân-i Bahtiyarî, Furûğ-i Ferruhzâd, Şehriyâr… gibi şairler grubunda yer alan Muşirî, aynı zamanda Rehî-yi Muayyerî, Mehdî Ehevân-i Sâlis gibi ünlü şahsiyetlerin de içerisinde yer aldığı üst tabakadan şairler arasında bulunmaktadır.

1941 yılı Şehrîver ayından sonra sansürün kaldırılması ve basın özgürlüğünün belli ölçülerde elde edilmesiyle birlikte, İran diğer alanlarda olduğu gibi basın-yayın alanlarında da rahat bir nefes aldı. Eskiye oranla özgürleşen bu ortamdan cesaret alınarak bilimsel ve edebiyat konulu bazı süreli yayın organları çıkmaya başladı. Bunlar arasında en önemlileri olarak İranlı yenilikçi aydınların çıkarmış oldukları Sohen (1943), Peyâm-i Nov (1944), Nâme-yi Merdom (1946) gibi dergiler örnek olarak verilebilir.

Ancak Sohen dışındaki diğer periyodiklerin yayın hayatları fazla uzun sürmedi. Bu tür dergilerin İran edebiyatı ve şiir tarihindeki en büyük önemi, birtakım özgürlüklerin de elde edildiği ilk devirler olarak kabul edilen bu dönemlerde yeni yetişmekte olan ve meşrutiyet sonrası yıllarda İran edebiyatının önemli şahsiyetleri arasında yer alacak şairlerin eserlerine yayın ortamı sağlamaları, onların yeteneklerini geliştirmelerine katkıda bulunmalarıydı. Söz konusu dergilerde daha çok Nimâ Yûşic, Feridûn-i Muşirî, Gulçîn-i Gilanî, Feridûn-i Tevellelî, Bahâr, Şehriyâr gibi şairlerin eserlerine rastlanır.

Fars şiirinin güzelliklerinin ve çekiciliğinin temelinde yatan önemli unsurlardan biri de şiirin akıcılığı, kelimeler ve terkipler arasındaki uyumluluktur. Klasik dönem Fars şairlerinden Firdevsî, Sadî ve Hâfız’ın Fars edebiyatında birer şaheser olarak kabul edilen en üst dereceden şiirlerinde kendini gösteren bu ve benzeri üstün edebi özellikler, modern şiirde de Îrec, Feridûn-i Muşirî, Furûğ-i Ferruhzâd ve diğer ünlü şairlerin eserlerinde en güzel şekilleriyle göze çarpmaktadır. Fars şiirinin öncelikle edebi çevrelerin ve daha sonra da halk kitlelerin yoğun ilgisini çekmesinde önemli rol oynayan özelliklerden biri de şüphesiz bu tarafıdır.

Muşirî, sosyal konularla yakından ilgilenmiş, içerisinde yaşadığı ve bir bireyi olduğu toplumu yakından izleyerek gözlemlediği olayları, insanların birbirlerine karşı tavırlarını, özellikle de topluma yön veren değerlerin, günden güne tek tek ortadan kayboluşunu üzüntüyle izleyip bu konuları kendine özgü, bir kısmı daha önceden diğer şairler tarafından kullanılmamış tasvirler, zengin anlamlı terkipler, oldukça güzel ve uygun nitelemelerle dolu, beliğ bir dille ifade etmiştir.

EDEBİYATÇI BİR ŞAİR

Bütün şiir mecmuaları değerlendirilecek olursa Muşirî’nin şiirinin, tamamen okuyucusuna ve bütün insanlara saygın bir dille, ahlaki sınırlar içerisinde kaleme alınmış sözlerden oluştuğu görülecektir. Edebiyatçı bir şair oluşunun da bu özelliğe sahip olması konusunda önemli katkısı olmuştur.

Feridûn-i Muşirî’nin şiirlerinde yer verdiği ana temalardan biri ve en önemlisi, insanlıktır. İnsanlığın, insani değerlerin ölümünü gözleriyle gördüğü, bizzat yaşadığı dönemlerde, bütün gücüyle, bütün şairlik kabiliyeti ve söz ustalığıyla sonuna kadar yeteneklerini kullanarak sevgi ve vefanın mucizesini gösterme, iyilikleri ve insanlar arasındaki şefkat ve doğruluk gibi değerleri yaygınlaştırma yolunda yoğun çaba sarf etmiştir. Feridûn-i Muşirî, insanlığın bugün her şeyden daha çok insanlığa, insani değerlere susamış olduğunu ve günümüzde en çok bu değerlere ihtiyaç duyduğunu çok iyi bilmektedir. İnsanlığın bütün problemlerinin tek bir kelimede, “dostluk” kelimesinde olduğunu her zaman vurgulamaktadır. Aşağıdaki mısralarında bu konudaki tasvirlerini çok açık olarak görmek mümkündür:

Dünya halklarının sonsuza kadar
Birbirleriyle dost olmalarını isteyen bizler
İyilik ve şefkatin omuz omuza
Egemen olmasını arzulayan bizler
Talihsizliğimize bakın ki, bir ömür geçti de
Birbirimize karşı şefkat gösteremedik
Zamanın kanatları bağlanmış
Ses verecek her şeyin dili tutulmuş
Hayat durmuş
Bu sessiz, daracık fezanın neresinde
Ben şiir güvercinlerimi uçurabilirim?!

Muşirî’nin şiirlerinin çoğu umut dolu mesajlarla yüklüdür. O, şiirlerinde hep ümitsizliğin uçsuz bucaksız karanlık gecelerinde seher aydınlıklarını hatırlatır. Düşmanlıkların, kin ve nefretin kol gezdiği dikenliklerde her zaman dostluk ve sevgi çiçeklerinden bahseder. Sıkıntılar ve üzüntüler içerisinde ümit tomurcuklarının açacağını müjdeler:

 

Şimdi gönül gözün her şeye ümit penceresinden bakar.

Bu daracık kulübede ne bu ihtişam!
Bu karanlık gecede bu ne aydınlık!
Her zaman her bulutun arkasından parlak bir güneş gelir.
O ümitsizlik duvarlarının arkasından hep
Umut ve uçsuz bucaksız aydınlık ufuklar açılır.

Gel üzüntü dikenlerini gönlünden çıkar at ey sevgili.
Bugün umut çiçeklerinin açma zamanıdır.

Ansızın yoluma bir yıldız doğar.
Bana”Umutlu ol gelecek aydınlıktır” der.
Ben çok iyi biliyorum ki, gecenin bir vaktinde
Aydınlık saçan bir güneş doğar,
Zafer çiçeklerinin gülücükleriyle gülümser.

O, insani değerlerin ortadan kaybolmasıyla her şeyin anlamını yitireceğine inanmış ve bütün şairlik gücünü, yeteneğini kullanarak sevginin değerini, kaynaşmanın yüceliğini, iyilikleri, güzellikleri, şefkati ve sevgiyi yaygınlaştırmaya çalışmıştır:

Asırlardır iyilik uykuda,
Kötülük her tarafta kol gezmekte…

Ne oldu? Ne oldu?
İyilik gülleri birdenbire soluverdi.
Yoksa gizli bir el,
Gecenin bir yarısında sevgiyi ve şefkati çalıp da beraberinde mi götürdü.
O devirlere nasıl inanırlar?
Çocukları buna inandırmak için yemin etmek gerekecek.

Bu dünyada iyi olmak, yemin olsun ki, işlerin en kolayıdır,
İyi olmak, yemin olsun ki işlerin en kolayıdır.
Bilmiyorum, neden insan, bu derece, iyiliklere yabancıdır?!

Tarih Geçidinde Bir Damla Gözyaşı
Kâbil’in eli, Hâbil’in kanına bulandığı günden beri,
Adem’in çocuklarının damarlarındaki kanda,
acı düşmanlık zehri dolaşmaya başlayalıdan beri,
insanlık öldü!
Adem diri olsa da..!

Kardeşleri, Yusuf’u karanlık kuyuya atalıdan beri,
Baskı, zulüm ve kanla Çin Seddi’nin duvarları yükseleliden beri,
insanlık ölmüştü!

Sonra dünya insanlarla doldu…
Ve bu değirmen döndü, döndü…
Adem’in ölümünden sonra asırlar, asırlar geçti.
Yazık!
İnsanlık bir daha geri dönmedi!

Asrımız,
insanlığın ölüm çağıdır!
Dünyanın sinesi iyiliklere kapalıdır!
Özgürlükten, doğruluktan, vefadan… söz etmek aptallıktır.
Musa’dan, İsa’dan, Muhammed @’dan söz etmek yersizdir?!

Asrımız,
insanlığın ölüm çağıdır!
Ben, bir gül dalının solmasından,
hasta bir çocuğun sessiz bakışından,
kafesteki bir kanaryanın inleyip sızlamasından,
zincirlere, prangalara vurulmuş birinin üzüntüsü yüzünden
-idam sehpasında asılmak üzere olan bir katilin bile-
gözleri yaşlı, kızgınlığı boğazında düğümlenen biriyim.

Bir yaprağın kurumasından bahsetmiyorum.
Ah, yazık; ormanları çöle çeviriyorlar!
Kanlı ellerini,
halkın gözleri önünde saklıyorlar!

Bu namertlerin insana reva gördüklerini,
hiçbir hayvan diğerine yakıştıramaz!

Bir yaprağın solup pörsümesinden bahsetmiyorum.
Kanaryanın kafeste can verişinin ölüm olmadığını farz et.
Dünya üzerinde bir gül dalının bile yetişmediğini farz et.
Ormanların ta yaratılıştan beri çöl olduğunu farz et.

Bütün bu musibetlere, sabırla direnen insanlar arasında,
sevginin ölümünden, aşkın tükenişinden söz edilmektedir.
Dillerde dolaşan, insanlığın ölümüdür!

Feridûn-i Muşirî’nin Kûçe adlı şiirinin konusu, diğer eserlerinden biraz farklıdır. Kûçe dışında da aşk konulu çok üst dereceden şiirler kaleme almıştır. Ancak bu şiire bu kadar önem verilmesi ve öne çıkarılmasının sebebi, daha çok utangaçlıkla karışık, tatlı, üzüntü verici, tehlikesiz, zararsız, masumane ve ebedi duygular taşıyan ifadelerle dolu olmasıdır.

Sensiz mehtaplı bir gecede yine o sokaktan geçtim,
Bütün bedenim göz kesildi şaşkın şaşkın senin ardından baktım.
Ruhumun derinliklerinde senin hatıranın gülü parıldadı.
Yüzlerce hatıranın kokusu yayıldı.
Birlikte o sokaktan geçtiğimizi,
kanatlanıp o muhteşem halvette gezindiğimizi hatırladım.

Gönlümün senin arzunla kanat çırptığı ilk gün,
Bir güvercin gibi çatının saçağına kondum.
Sen beni taşladın! Ben ne ürktüm ne de kopup gittim.

O gece ve diğer bütün geceler üzüntünün karanlıkları arasında geçti gitti!
Ne incittiğin aşıktan artık bir haber aldın!
Ne de o sokaktan artık geçiyorsun!

Sensiz, ancak ne hallerde ben o sokaktan geçtim…