Audrey Hepburn Billy Wilder’in unutulmaz filmi Öğleden Sonra Aşk’ta Parisli bir dedektifin çello öğrencisi kızı Ariane Chavasse’i canlandırır. 1920 tarihli bir romandan senaryolaştırılan filmde babası ile birlikte yaşayan Ariane bir gün babasının bir müşteri ile yaptığı telefon konuşmasına tanık olur.
Babasının Bay X olarak bilinen müşterisi eşinin ihanetini öğrenmiştir. Kızgınlıkla eşi ile buluşacak olan Frank Flanagan adlı Amerikalı milyoneri öldüreceğini söyler. Dehşete düşen Ariane bu cinayeti önlemek için çırpınır. Ama polis kendisine aldırmaz. Bunun üzerine Ariane kendisi Frank’ın yanına gider onu kurtarmak için. Bu arada filmden esinlenerek Türkan Şoray ve Cüneyt Arkın’ın başrolde oynadığı bir film çekildiğini de hatırlatalım. Tabi bizim filmde kızımız çellocu değil şarkıcı.
Neyse; Ariane, Ritz’e tam vaktinde gidip kocanın cinayet işlemesinden hemen önce balkondan kaçan suçlu kadının dantel peçesini takar. Peçenin açıldığı an koca “hata”sıyla yüz yüze gelir. “Burası on dördüncü süit, siz de Flanagan’sınız. Siz de karım olmalısınız” der Audrey Hepburn’e.
Bu sahne birbirini tamamlayan iki ilişkiyi gösterir. İlk önce birisinin karısı olmanın sadece “bir yapı içinde belli bir yerde belli bir zamanda bulunma” anlamına gelmesi. Kim olduğundan çok “nerede” olduğu önem taşıyor. İkincisi ise bu “nerede”nin tam da bir erkeğin arzusuyla ilintili bir “nerede” olması.
Audrey kendisini tam olarak bir erkeğin arzusunun nesnesi olan bir kadının yerine koyar. Flanagan sevgilileriyle ünlüdür ve Audrey kendini o silsileye eklemeye çalışır. Filmin adı o yüzden Öğleden Sonra Aşk’tır. Öğleden Sonra Aşk, sabahki aşk, akşamki aşk içinde bir dizinin bir parçasıdır sadece. Bu çerçevede şampanyalar, çalgıcılar mükellef yemekler vardır. Flanagan bu çerçeve dışında karşılaştığı Ariane’i tanımaz.
Bir kadın hakikatte bir erkeğin maskesini düşürmeye ne kadar çok uğraşırsa kendisi de maske takar. Protokolde sahte ve yapay görülebilecek hiçbir şeyde yabancılık çekmez. İlginçtir ki pek çok kadın kendine bir erkeğin maskesini düşürmeyi hedef görürken erkekler kadınların değil kendilerinin maskesini düşürmekle meşguldür.
Öte yandan; “Seni tanıyorum” herhalde bir erkeğin bir kadına söyleyebileceği en kötü şey ama bir kadının ise bir erkeğe söyleyebileceği en iyi şey olsa gerek. Çoğu erkek genellemelere dahil olmaktan hoşlanırken pek çok kadın bunu istemez. Esnaflar bu olguyu çok iyi bilir. Bir erkeğe kaban satmak istiyorsanız İş Merkezi’ndeki ya da Wall Street’teki herkesin bundan giydiğini söyleyebilirsiniz. Ama bir kadına satmak niyetindeyseniz tam tersine bu kabandan kimsede olmadığını söylemek daha uygun olur. İşte cinsiyetler hakkında herkesin hoşuna gidecek ya da gitmeyecek bir şeyler yazmanın imkansızlığı buradan kaynaklanıyor.
Peki neden erkekler aşk mektuplarını diğer mektuplarıyla birlikte tutarken kadınlar onları kıyafetlerinin yanında saklar? Ve şayet bir mektup yazılıyor ama gönderilmiyorsa gerçekten kime seslenmektedir? Psikanalist Darian Leader’a göre bu tür sorular cinsel arzunun özüyle ilgilidir. Ama bu öz etten kemikten bir sevgiliye ifade edilmek yerine daima onun ötesindeki bir şeye sunulur.
Darian Leader’in yazdığı Nedim Çatlı tarafından dilimize çevrilen Kadınlar Neden Yazdıkları Her Mektubu Göndermezler (Why Do Women Write More Letters Than They Post?) bu ve benzeri pek çok soruya yanıt arıyor. Daha doğrusu bu meselelerle ilgili daha çok soru sorarak yeni fikirlere kapı aralıyor. Salt Okur etiketiyle raflarda yerini alan kitabın yazarı olan İngiliz psikanalist Londra’daki St Paul’s School’da eğitim gördü, Downing College, Cambridge’de Felsefe okudu ve ardından bir analist olarak eğitim aldığı Paris’te Bilim Tarihi okudu. Freudyen Analiz ve Araştırma Merkezi’nin kurucu üyesi.
Freud’dan Hithcook’a Drakula’dan Jane Austen’a ve Agatha Christie’den Yunan tragedyalarına dek uzanan bir çalışma… Kadın ve erkek cinselliğine ilişkin gözlem ve açıklamalardan bir çeşit kolaj. Güncel psikanalizin şaşırtıcı içgörülerini kullanarak bir erkek ile bir kadın arasında uyumlu bir ilişki kurulma şansının zorluğunu açıklıyor.
Kitabın adı olan konuya gelince… Yazar bunu çok güzel bir örnekle açıklamaya çalışıyor. İki buçuk yaşındaki bir erkek çocuk pencerede kurt olduğundan endişe duyuyor. Kız çocuk da bu korkuyu duyuyor. Onlara kurdun ne yapacağını sorduğunda erkek çocuk kurdun onu ham yapacağını söylemiş kız çocuk ise “Gidip ona soralım” demiş. Bilgiye yönelik yaklaşım açısından bir şeylerin içyüzünü anlamak için duyulan bu arzu erkek çocuğunun varsayımından daha makul ya da en azından daha verimli görünüyor. bu kitap okuru sorulara ilişkin bu heyecanı paylaşmaya ve soruları kendisi için sormaya başlamaya teşvik için elinden geleni yapıyor.