Bereketli Topraklardan Bir Çınar; Orhan Kemal

Onun hayatını değiştiren şey, bu cezaevinde Nazım Hikmet’le tanışması ve 3,5 yılını onunla geçirmesi olur. Sanat ve edebiyattaki en büyük değişimi ve yaratıcılığı onun öncülüğünde ve rehberliğinde yakalar.


Abdülkadir Kemalî’nin oğlu olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğar. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. Daha çocukluk yıllarında ekmek kavgasının içine girmesi emeğin önemini iyi kavraması, onun sanatına büyük güç verir ve kalemini hep insanlığın ekmek peşindeki mücadelesini, sömürülmesini, ezilmesini aydınlatmada kullanacaktır. Bu açıdan matbaadaki ilk iş deneyimi çok önemli bir konudur.

Orhan Kemal, uzun yıllar boyunca ailesinden ayrı yaşamak zorunda kalır. Bu dönemlerde çoğunlukla babaannesinin yanındadır. Babaannesiyle hayatını Adana’da devam ettiren Orhan Kemal, İlk aşkı unutmak için kendini futbola verir. Bu dönemde Adana’daki Giritli’nin kahvesi ve Nadir’in kahvesi kendini futbola veren Orhan Kemal’in sürekli takıldığı önemli mekânlardır. Haylazlık yılları olarak da isimlendirebileceğimiz bu yıllar, aynı zamanda onun bilinçlenmeye başladığı yıllardır. Bu mekânlarda tanıştığı İsmail Usta, Selahattin Usta, Ali Şahin, Dayı Remzi gibi bilinçli işçiler onun sosyal bilincinin uyanmasını sağlayan isimlerdir. Özellikle İsmail Usta’nın verdiği kitaplarla (Serseriler, Germinal, Stepte, La Dam O Kamelya, Benim Üniversitelerim, Istrati, Kroyçer Sanat, Umumi Tarih, Fransız İnkılâp Tarihi vs.) okuma alışkanlığı kazanır, sosyal bilinci gelişir. Bu yılların izini otobiyografik karakterli eserler olan Avare Yıllar, Baba Evi, Arkadaş Islıkları gibi romanlarda görmek mümkündür.

Ardından Adana’da 24 lira 95 kuruş maaşla Milli Mensucat Fabrikası’nda kâtiplik yapmaya başlar.. Çalıştığı Milli Mensucat Fabrikası’nda gönlü ikinci sahibini bulmakta gecikmez. Eleni’den sonra da gönül tahtına kurulan ikinci sahibe de fabrikada çalışan bir işçi kızdır. 1922 Zagreb doğumlu olan Nuriye Hanım, aslen Boşnak’tır. Beş yaşında annesini kaybetmiştir. Babası Malik Aksoy, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye gelir.

22 yaşındaki Orhan Kemal, 14 yaşındaki Nuriye Hanım’la 5 Mayıs 1937’de dünya evine girer. Yazar, Nuriye Hanım’la yaşadığı aşkını Cemile adlı romanının konusu yapar.

1938 yılında askere alınır. Terhisine yirmi gün kala bir ihbar üzerine tutuklanır. Nazım Hikmet ve Maksim Gorki’nin kitaplarını okuduğu ve kendi deyimi ile “Komünizmin daha ne olduğunu bilmediği sırada komünizm propagandası yaptığı” iddiası ile Kayseri Cezaevi’ne gönderilir. Kayseri Altıncı Kolordu Komutanlığı’nın 11. 01. 1939 tarihinde, TCK’nin 4. maddesine göre beş yıla mahkûm edilir.

Orhan Kemal’in hapse düşmesi yaşamının en önemli dönüm noktasıdır. Yazar, burada taşkın aşk duyguları, sevinçleri ve hüzünleriyle ölçülü, romantik şiirler yazmaya başlar. Bunlardan biri 25 Nisan 1939’da Yedigün’de yayımlanan Duvarlar isimli şiiridir:

“Bu yüzleri salyalı, kirli iğrenç cepheler,
Kokana bakışlarıyla beni çıldırtacaklar
Kim bilir belki içeriye girerler,
Yerde cansız uzanmış bir ceset bulacaklar
Bir hayata el atan, bu amaçsız duvarlar
Arasında bulunan deliren bir insan var”

1939’da düştüğü Kayseri Cezaevi’nde babasının isteğiyle Adana’ya sevk edilir ve oradan da Bursa Cezaevi’ne alınır. Onun hayatını değiştiren şey, bu cezaevinde Nazım Hikmet’le tanışması ve 3,5 yılını onunla geçirmesi olur. Sanat ve edebiyattaki en büyük değişimi ve yaratıcılığı onun öncülüğünde ve rehberliğinde yakalar.

O yazdığı şiirlerini Nazım’a okur ve eleştiriler alır. Yazarın, Nazım’a okuduğu ilk şiiri Eleni adlı sevgilisi için yazdığı Bir Beyrut Hikâyesi adlı şiiridir:

“Beyrut’ta
Yani yeni İstanbul lokantasında
Bulaşıkların başındayım.
On sekiz yaşındayım.
Saçlarım taralı ve parlak
Aklımda Eleni”

Bu şiiri Kasım 1941’de Yeni Ses dergisinde Orhan Raşit imzasıyla yayımlanmıştır.

Orhan Kemal, şiirlerini büyük şaire (Nazım) okur. Kendisinin çok beğendiği şiirlerini Nazım Hikmet beğenmez:

“Okumaya başladım. Çoğu heceyle yazılmış şiirlerdi bunlar; taşkın aşk şiirlerini samimiyetle insan gibi değil de, “ilahileştiğini” iddia edenlerinkine benzetiyor. Onlar gibi komikleştirerek içimde dile getirdiğim şiirler. İlk dörtlük henüz bitmemişti;
— Kardeşim yeter, bir başkasına lütfen!
Hâlbuki en güvendiklerimden biriydi. İçimde bir şeyler yıkıldı. Bir başkası, ilk, ikinci, üçüncü mısranın yarısı;
—Berbat!
Kanım tepeme çıktı, başım döndü, utandım. Tekrar;
— Bir başkası.
—Rezalet
Gözlerim kızardı.
— Peki, kardeşim bütün bu laf ebeliklerine, hokkabazlıklara, affedin tabirimi, ne lüzum var. Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz? Bakın aklı başında bir insansınız. Duyduklarınızı hiçbir zaman duymayacağınız tarzda yazıp kemikleşmekle kendi kendinize iftira ettiğinizin farkında değil misiniz?”

Orhan kemal, bu eleştirilere çok bozulur ama dışarıya yansıtmaz. Koğuşta şiir alanında yarıştığı mahpus arkadaşları Necdet ve İzzet’in o sırada orada olmamalarına çok sevinir.

Yazar, ilk romanını Bursa Cezaevi’nde kaleme alır. On Sekiz Yaşım isimli küçük romanını ilkin Nazım Hikmet görür, okur ve çok beğenir. Nazım, ona şiiri hemen bırakmasını ve hikâye, roman yazmasını ister. Yazar, Nazım’ın telkinlerini Nazım Hikmet’le 3, 5 Yıl adlı eserinde şöyle anlatır:

“Roman olarak ilk müsveddem, kocaman bir bakkal defterine çala kalem yazılmış bir gençlik macerasıydı aklımda kaldığına göre. Siirt’te çalıştığım aylardaydı. Henüz yolumu bulamamıştım. Yeni koğuş arkadaşım Nazım Hikmet’i şıp diye taklit ediyor, üstadı kızdırıyordum. İstiyordum ki onun sesleriyle değil kendine has seslerle, benim olan şiiri yazayım. İşte bu sıralarda yukarıda adını ettiğim gençlik macerası roman müsveddem eline geçmiş, ayaklarında takunya, koşarak yanıma geldi. Elinde benim roman müsveddesi, yüreğim hop etti. Sandım ki şiirlerimde olduğu gibi romanımı da tenkit edecek, beni yerlere geçirecek. Öyle olmadı; ‘Bunları sen mi yazdın?’ dedi. Çekine çekine; ‘Evet’ dedim. O, büyük bir heyecanla evet, heyecanla; ‘Bırak şiiri miri birader, hikâye yaz, roman yaz’ dedi, ‘Şiirle ne uğraşıyorsun?’ O günden sonra başladım.

Roman bende hikâyeden önce gelir, şimdi konusunu bile pek hatırlamadığım (On Sekiz Yaşım) isimli küçük romanı o yıllarda Nazım Hikmet’in de yardımıyla yazmıştım. Sonraları dil, sair bilgilerim arttıkça yavaş yavaş hikâyeye döndüm. Uzun süre kendimi hikâyede biledim, diyebilirim. Roman daha sonraları, hapisten çıktıktan sonraları gelişti.”

Orhan Kemal, evin eşyalarını satarak eşi ve çocuklarıyla 17 Nisan 1951’de İstanbul’a göçer. Ancak burada acı ve yokluk günleri onları beklemektedir. Orhan Kemal’in İstanbul’daki yeni hayatı acılar ve yokluklarla mücadele yıllarıdır. İstanbul’a göçtükten sonra dergilerde adına daha sık rastlanır. Orhan Kemal, ekmeğini kalemiyle kazanabilmek için çok çalışır. Bu hızlı ve sürekli çalışma sonucu, 1956 baharında altı eseri basıma hazır duruma gelir. (Dünya Evi, Hanımın Çiftliği, Arka Sokak vb.)

Orhan Kemal, 1960’lı yıllarda artık sadece Türkiye’de değil dünya edebiyatında da tanınmaya başlayan, eserleri çeşitli dillere çevrilen bir yazardır. Sovyet Rusya, yazarın bazı eserlerini çeviren bu ülkelerin başında gelir.

Sovyet Yazarlar Birliği, Haziran’da Gorki’nin yüzüncü doğum günü için düzenlenecek törene Orhan Kemal’i de çağırır. Fakat pasaport verilmediğinden gidemez. 1968’de Önce Ekmek, Arkadaş Islıkları, Sokaklardan Bir Kız yayımlanır. Ankara Sanat Tiyatrosu’nda 372. kez temsil edilen 72. Koğuş, yılın en başarılı oyunu seçilir. Orhan Kemal daha sonra YeşilKöy’den Sofya’ ya gider. Yazar burada hem tedavi olur, hem de babaannesinin soyunun bulunduğu yerleri dolaşarak çeşitli notlar alır. Amacı ileride ‘93’ten Bu Yana’ adıyla ailesinin hikâyesini yazmaktır. Fakat hastalığı nedeniyle dolaşamaz ve rahatsızlanarak Sofya Hükümet Hastanesi’ne yatırılır. Önceleri konuşup şakalaşırken artık ilerleyen hastalıktan dolayı konuşamaz olur. Doktorların dediğine göre beyin atardamarlarının tıkanması sonucu 2 Haziran 1972’de, saat 21.15’te gözlerini dünyaya kapamıştır.

Ali Öztürk