Jorge Luis Borges 24 Ağustos 1899 – 14 Haziran 1986
“Bende yavaş bir kararma gerçekleşti. Bu durum, 1899 yılından itibaren, herhangi bir ani yükseliş göstermeden sürdü gitti.”
Ellili yılların başında Jorge Luis Borges, eşinin anlattığına göre, trenle Mar del Plata’ya gitmişti. Doktoru onun herhangi bir şey okumasını kesinlikle yasaklamıştı. Buna rağmen Borges bütün yolculuk boyunca, giderek kötüleşen ışık koşulları altında kitap okudu. En sonunda uykusu geldi ve gözlerini kapadı. Tekrar gözlerini açtığında bir an için bir ışık karmaşası gördü ve ardından karanlık başladı. Bu karanlık bir daha hiç kaybolmadı.
1955 yılında, Arjantin Ulusal Kütüphanesi müdürlüğüne getirildi. “Körlük,” diye yazdı bir keresinde Borges, “Ulusal Kütüphane müdürlerini adeta takip ediyor. Benden önceki iki müdür de aynı kaderin kurbanıydılar.”
“Bana sekiz yüz bin kitabı ve karanlığı aynı anda bahşetmiş olması, Tanrı’nın muazzam ironisidir.”
John Milton
9 Aralık 1608 – 8 Kasım 1674
“Cennette hizmetkar olmaktansa Cehennemde efendi olmayı yeğlerim.”
1652 yılında gözlerini ve ilk eşini, bunu takip eden yıllarda ikinci ve üçüncü eşlerini kaybetti. Bütün serveti iç savaşın karmaşası içinde elinden kayıp gitti. Evi 1666 yılındaki büyük Londra yangınında yandı. Bir politikacı olarak son derece çalkantılı yıllar geçirdi. Ancak Milton ruhsal gücünü kaybetmedi ve altmış yaşına merdiven dayadığı günlerde yazarlığa geri döndü. Gençken kurduğu, mitolojik bir eser yazma hayalini gerçekleştirmeye girişti. Ortaya, onun İngilizlerin Homeros’u sayılmasını sağlayacak olan Kayıp Cennet çıktı. Kitap, Cennet ve Cehennem güçleri arasındaki muazzam savaşın arasında kalan insanın trajik düşüşünü anlatıyordu. Bu trajedinin etkileri bugün bile edebiyat ve sinema üzerinde varlığını sürdürmektedir. Kayıp Cennet’teki Şeytan karakterinin, Tanrı karakterinin sönük betimlemeleri yanında dikkati çekecek derecede öne çıktığını gören William Blake , Milton’un farkında olmadan Şeytan’ın tarafını tuttuğunu söyler. Bu durumun zaman zaman yanlış yorumlanmasının sonuçlarından biri de Satanizm’in kurulması olmuştur. Bu nedenle Kayıp Cennet, “çoğu kişinin sevdiği, ama bazılarının nefret ettiği bir kitap” olarak betimlenir.
Karl May
25 Şubat 1842 – 30 Mart 1912
Onun körlük hikayesi, belki de gerçekten bir hikayeydi.
“Doğumundan kısa bir süre sonra ağır bir hastalık geçirmem ve kör olmam, dört yıl boyunca hiçbir şey görememem kalıtımın değil, çevre koşullarının, fakirliğin vs. sonucuydu. […] Hiçbir şey görmüyordum. Benim için ne şekiller, ne renkler, ne yerler ne de yer değiştirmeler vardı. […] Sadece ruhlar vardı, sadece ruhlar. Bu, görmeyi öğrendiğim gençlik yıllarımdan bu güne kadar da böyle kaldı. İşte, benimle diğerleri arasındaki fark budur. Ancak bir süre kör olup da sonradan görmeye başlayan biri, ancak bu kadar derin ve muazzam bir iç dünyaya sahip biri benim hedeflerimi, yaptıklarımı ve yazdıklarımı hakkıyla kavrayabilir ve beni eleştirme yetisine sahip olabilir…”
Bu iddiadan doğan bir Karl May efsanesi, 1999 yılında Berlinli tıp tarihçisi Johannes Zeilinger tarafından yıkıldı. Gerçi Karl May 1894 yılında, Old Surehand I’i yazarken görme bozuklukları yaşıyordu. Ama genç May’ın çocukken kör olmuş olması tıbben imkansızdır, diyor Zeilinger; ona göre Karl May bu hikayeyi, onun sanki bir zamanlar körmüş de gözleri sonradan açılmış biri gibi yazdığını söyleyen eleştirmenlere karşı “uydurmuş” olmalıdır.
Homeros
Tahminen M.Ö. XIII. Yüzyıl sonları
Antik Yunan kaynakları onu “kör bir ihtiyar” ve fakir bir ozan olarak betimler.
Ancak Homeros’un gerçekten kör olup olmadığı kesin değildir. Odysseia’nın sekizinci şarkısında, kör şair Demodokos’tan söz edilse de burada Homeros’un kendisini kastedip etmediği belirsizdir. Bir insanın nasıl olup da yirmi sekiz bin dizeyi ezberinde tutabildiği sorusu da yanıtlanamamıştır. Homeros’un muazzam bir belleğe sahip olduğuna ise kuşku yoktur. Ama bu da, onun ancak ilerleyen yaşlarında kör olduğunu, kör olmadan önce, ona atfedilen o iki büyük destanı yazıp bitirmiş olması gerektiğini varsayar.
Homeros hakkında, yanıt bekleyen asıl soru ise şudur: Homeros’un eserlerini kim yazdı? Kendisi mi? Yoksa başka biri mi? Bir de, Homeros diye biri gerçekten var mıydı?