Ortaya çıkalı bir yıla yakın süre olmasına rağmen hala Covid 19 salgınıyla ilgili anlayamadığımız şeyler var. Hatta virüs salgınının bir yıl önce değil de çok daha önce ortaya çıkıp çıkmadığı bile meçhul. Bir yandan gripten daha öldürücü değil diyorlar ama bir yandan da dünya ayakta. Kimilerine bulaşıyor hemen öldürüyor kimileri hastalandığını bile anlamıyor. Aşı şürketleri apar topar aşı üretip daha piyasaya sürmeden milyarder oldular bile. Olsunlar iyi de bu aşılar güvenli mi? Hangi aşı daha iyi? Daha buna gelmeden biz henüz maske güvenli mi değil mi onu bile tam çözemedik. Dünyada kafalar karışık sadece bizde değil. İnsanlar yasakları protesto ediyor market yağmalıyor. Hal böyleyken bir bilene soralım öğrenelim dedik. Sosyal medyada #SanalHastane projesi ile pandeminin en başından beri insanların imdadına koşan bir isimle konuştuk; Anestezist Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Nebahat BULUT ile. Beykent Üniversitesi Öğretim üyesi ve Sanal Hastane projesi kurucusu. İşte merak ettiğimiz o sorular ve yanıtları.
Covid 19’un doğal bir virüs olduğuna inanıyor musunuz?
Virüsün kesin olarak insanlar tarafından özellikleri değiştirilmiş bir biyolojik silah olduğuna dair kanıt gösterilemedi. Ancak bu virüs ailesinden virüsler üzerinde özelliklerini değiştirmek üzere yapılmış çalışmalar var ve hatta tıbbi dergilerde yayınlanmış. Böyle kötü niyetli bir plan yapılmış veya araştırma sırasında dünyaya dağılması kaza eseri de olmuş olabilir. Belki ileride aradaki kayıp halka bulunur ve konu netleşir. O zamana kadar kaynağından ziyade vatandaşlar olarak korunma ve tedavi kısmına odaklanmamız gerekiyor.
Çok kısa sürede bütün dünyaya yayılması normal mi?
Geçmiş pandemi öykülerine bakıldığı zaman oldukça normal. Eğer bir biyolojik silah olarak planlandı ise zaten mikroorganizmalar içinde yayılmanın kolaylığı ve doğrudan tedavinin zorluğu sebebi ile virüslerin seçilmesi de en uygun seçenek. Tabii Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların salgının başlarında maskenin gereksiz hatta zararlı olduğuna dair akıl almaz tavsiyeleri, bazı ülkelerin veya Brezilya devlet başkanı gibi liderlerin salgını önemsemeyen tutumları da etkili oldu. Hatta ABD’de bazı marjinal gruplar kirli yüzeyleri yalama eylemleri ile umursamazlığın uç örneklerini sergilediler. Tüm
bunların sonuç olarak hızlı bir yayılma ortamı oluşturduğu söylenebilir.
Virüsün kaynağı Çin olmasına rağmen nasıl bu kadar kolay atlattılar?
Çin, dış dünyaya oldukça kapalı. Verilerin sağlıklı gelip gelmediği bir tartışma konusu. Kabaca ölüm sayılarının doğru olduğunu varsayarsak, çok sıkı bir kapatma politikası uyguladıkları düşünülüyor. İnsanları evlerine hapsetme biraz garip karşılanmıştı ama şu anda etkili bir faktör olarak görülüyor. Çin dünyanın en çok aşı üreten ülkelerinden biri, tüm aşıların 1/5’ini üretiyor. Henüz araştırmaları bitmediği halde hızlı bir şekilde geliştirdiği aşıyı uyguladığı da teorilerden biri. Bence burada incelenmesi gereken ülke Çin kadar Japonya. Japonya çok yaşlı bir nüfusa sahip olmasına rağmen 128 milyon
kişide sadece 2300 kadar bir ölüm oldu. Gelişmiş ülkeler içinde en büyük başarı Japonya’nın. Orada da ilginç bir şeklide hastaların kanında virüsün daha önce geçirilmiş olduğuna dair bulgulara rastlanmış.
Virüs tam olarak nasıl bulaşıyor? O kadar kolay mı bulaşması gerçekten de?
Virüs taşıyan kişiyle 15 dakika 1.5 metreden yakın mesafe bir arada olmak ve özellikle solunum sıvıları ile temas etmenin yeterli olduğu kabul ediliyor. İstisnalar var mesela karı kocadan birinde test pozitif iken diğerinde negatif de çıkabiliyor. Tabii sadece temas yeterli değil; virüsü alan kişinin yaşı, kronik hastalığının varlığı , bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanımı gibi faktörler de virüsün enfeksiyon oluşturmasında kritik faktörlerden.
Virüs bazı insanları daha çok etkiliyor. Bunun gerçek nedeni ne size göre?
Hastalıkta genel olarak iki aşama var. İlk aşamada bünyesi zayıf, bağışıklık sistemi güçlü olmayan kişiler dezavantajlı. Bu kişilere virüs kolayca girerek hücrelerinde çoğalıyor. Ancak esas tehlikeli kısım ikinci bölüm. Yani aşırı iltihap aşaması. Burada bağışıklık sistemi virüsü ortadan kaldırmaya çalışırken onun içinde bulunduğu akciğer, kalp ve böbrek hücrelerine saldırıyor. Bu hayati organlardaki iltihap ve savaş araçlarından biri olan sitokinler veya bradikinin maddeler çok ciddi hasarlar bırakıyorlar. Bu aşamada yorgun düşen ve içeriden yıkıma uğrayan vücut, dışarıdaki diğer mikropların saldırısına da açık hale geliyor. Eğer kişinin bünyesi güçlü ise ilk aşamayı, bağışıklık sistemi yerinde ve ölçülü cevap verebiliyorsa ikinci aşamayı atlatıyor. Ayrıca bazı ailelerde interferon adlı maddelerin eksik olduğu bu sebeple bu ailelerde toplu ölümlerin olduğu da iddialar arasında.
Virüsle ilgili alınan önlemleri nasıl buluyorsunuz hem dünyada hem de Türkiye’de?
Dünyadaki önlemler biraz gecikerek alındı. Çin en başta salgın varlığını dünyaya gecikmeli olarak duyurdu, olayın önemini anlamak bunun için biraz zor oldu. Örneğin ABD son ana kadar uçuşlara izin vermeye devam etti. Sadece bu bile tüm dünyanın ekonomik olarak bir şekilde ilişkide olduğu bu ülkeden yayılımların önemli bir sebebi olabilir. Ülkemiz de dünyadaki bu gelgitli süreçten etkilendi. Kendi imkanlarımız içinde maske, ücretsiz ilaç, aşı temini gibi birçok konuda adımlar atıldı. Ben ülkemizdeki en büyük eksikliği iletişim olarak görüyorum. Bir bilim kurulumuz var ancak hayati
konularda canlı yayınlarda kendilerini görmüyoruz. Bence büyük tartışmalara sebep olan ilaç seçimi, kullanım dozu, aşı tercihi gibi konularda gerektikçe ve karar uygulanmaya konmadan canlı basın toplantısı ile durum halka açıklanmalı. Örneğin İngiltere’de BioNTech aşısına onay verildiği açıklandığı dakikalarda, iki uzman başbakanlık binasında basın toplantısı düzenlediler. Oysa biz Çin üretimi olan aşının niçin tercih edildiğini sayın bakanın bir gazeteciye henüz birkaç gün önce verdiği bir röportaj ile öğrendik. Bu iletişim kopuklukları kıt imkanlarımız ile temin ettiğimiz favipiravir ilacının büyük ölçüde kullanılmamasına yol açtı. Benzer bir süreç Çin aşısı için de yaşanabilir. Yaptığımız sosyal medyadaki
anketlerde Çin aşısına karşı olumsuz bir tutum, BioNTech aşısına karşı ise çok yüksek bir teveccüh görüyoruz. Çin aşısı gelse bile sanki büyük bir kısım bundan yararlanmayacak ve emek boşa gidecek gibi bir öngörümüz var.
Öksürük sesinden insanın virüsü kapıp kapmadığı anlaşılabilir mi?
Bu konu ile ilgili hem ülkemizde hem dünyada bazı araştırmalar var. Öksürük sesinin frekans ve ses niteliklerini yapay zeka yöntemleri ile analiz etmek mümkün olursa test için zaman kaybı yaşanmadan hızlı bir şekilde hastaların tedavi ve takip süreçleri organize edilebilir. Bu yöntemin doktorların kullandığı kulaklığa transfer edilmedi böylece hastanın akciğerleri dinlenirken bile tanının konması bekleniyor. Ayrıca solunum sırasında dışarıya çıkarılan havadaki kokuları analiz ederek, adeta trafikte alkol testi yapar gibi saniyeler içinde Covid testi yapan cihazlar da var. Bunların da temini test sonucu
bekleme süreçlerini kısaltarak salgın kontrolünü kolaylaştırabilir.
Birbiri ardına aşılar çıkmaya başladı. Biz de Çin aşısından aldık görünüyor. Aşıların birbirinden farkı ne? Çin aşısını güvenli buluyor musunuz?
Hastalık bu kadar yayıldıktan sonra bunun önünü ve aslında can kayıpların önünü kesmenin en etkin yolu olarak aşı görülüyor. Burada da aşı tıbbi bir ihtiyaç olmaktan ziyade adeta bir diplomasi enstrümanı olarak kullanılmaya başlandı. Ülkelerin aşı üreticisi ülkeyi tercih ederken, gelişmiş ülkelerde çeşitlilik ve ihtiyaçtan fazla temin unsurunun ön planda olduğu görülüyor. Örneğin Kanada her vatandaşı için 10 doz aşı temin edeceğini bildirdi. Diğer ekonomik olarak güçsüz ülkeler ve – sonuçta süre kısıtlı olduğundan- üretim süreci hesaba katıldığında bunun insanın sağlığa erişim hakkı
yönünden de bir sorun oluşturmaya doğru gittiği görülüyor. Bill Gates Vakfı salgının başlarında içlerinde şu an isimleri bilinenler de dahil 16 aşı firmasını bir araya toplayarak bir çeşit işbirliği protokolü imzalattı. Buna göre bu protokol ‘verecek parası olmasa da ‘ herkesin aşıya ulaşması amacını güdüyor. Ancak gelişmiş ülkelerin parasını ödeyerek, henüz ortada olmayan aşıları 2022 yılına kadar tamamen sipariş ettiği biliniyor. Maalesef aşı meselesi gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler arasındaki makası daha da açacağa benziyor. Çin aşısı oldukça klasik bir yöntemle cansız virüsten üretiliyor, üreten de aşı konusunda oldukça deneyimli bir ülke Çin. Faz çalışmaları bittikten, uluslararası kurumlar ve Türk Tıbbi iİaç ve Cihaz Kurumu tarafından denetimi yapıldıktan sonra kullanılabilir. Bunda bir sorun yok. Ancak üretmediğiniz birşeyin kontrolü yapmanız da oldukça zor. BioNTech aşısı aşısı, aşı için yeni bir teknoloji olan mRNA bazlı bir teknikle üretildiğinden uzun vadedeki sonuçlar yönünden bilinmezlik içeriyor.
Aşılarla çip yerleştirecekler komplo teorilerine ne diyorsunuz?
Böyle bir niyet olsa tüm dünyada aynı marka aşı yapılması için bir kampanya yapılması gerekirdi. Ancak kampanya aşılı olmayanın hayatını ve dolaşımını kısıtlamak üzerine kurulmuş görünüyor. Estonya ile DSÖ Ekim ayında bir sözleşme imzalayarak sarı akıllı dijital aşı kartı üretimi için anlaştılar. Güney Kıbrıs Rum tarafı dünyada aşı yaptıranlar için PCR testi şartı aramayacağını bildiren ve bunu Mart ayında uygulamaya geçirecek olan ilk ülke oldu. Buna ne kadar çip denebilir bilmiyorum ama bir çeşit devletler üstü bir pasaport vize sistemi kurulmaya başlanmış görülüyor. Benim endişem ileride
bazı ülkeler sadece bazı ülkelerin aşısını makbul kabul ederek diğerlerini geçersiz sayabilir mi? Örneğin ABD ben Çin aşısına güvenmiyorum, Alman veya Amerikan aşısını yaptırmayan ülkeme giremez diyebilir mi. Hukuken diyebilir ama ekonomik veya siyasi olarak ne olur bekleyip göreceğiz. Böyle bir şey olursa herhalde sonuçları pek iyi olmaz.
Aşı yaptırınca normal hayatımıza dönecek miyiz?
Virüsün hayat döngüsü tam bilinmiyor. O yüzden aşı sadece 6 ay mı yoksa ömür boyu mu koruyacak, veya her yıl yenilemek gerekecek mi bunlar net değil. Ama belirli bir rahatlama ve şu an yaşadığımız kaosta bir miktar durulma olacağı öngörülebilir. Beklentimiz aşılama ile hastalığın önemli ölçüde yok olması.
Maske tartışmaları hala sürüyor. Bazıları maskenin korumadığını hatta tehlikeli olduğunu söylüyor siz buna katılıyor musunuz?
Cerrahi maske kesinlikle koruyucu bir bariyer. Hem bizi başkalarından hem başkalarını bizden koruyor. Ayrıca bir çeşit uyarı tabelası gibi karşıdakine önemli bir durumun içinde olduğumuzu hatırlatıyor. Maske takılması şart. Hiçbir tehlikesi olduğunu kabul etmiyorum, çünkü zaten yıllardır cerrahlar ve biz anestezistler bunu kullanıyoruz. Bu sayede ameliyatleri güvenli bir şekilde yapabiliyoruz.
Sosyal medyada sanal hastane girişimi kurdunuz bunun amacı neydi? Projede kimler var? Ve hedefinize ulaşabildiniz mi?
Benim bireysel olarak vatandaşların evde kalması böylece bulaşın azalmasına yönelik bir girişimimdi. Hiç beklemediğim bir şekilde adeta gerçek bir hastaneye dönüştü. Şu ana kadar 220 kadar gönüllü doktor, psikolog, diyetisyen hatta veteriner gibi uzman arkadaşlarımız hizmet verdi. Uzman listemizi 7 kez güncelledik. Halen 85 kadar uzman ile vatandaşların akıllarına takılan soruları cevaplıyor ve salgın sürecinde yanlarında olmaya çalışıyoruz. Dünyada bir örneği olmayan Türkiye’den çıkmış sivil bir oluşum olması da beni ayrıca gururlandırıyor. Gelen geribildirimlerden salgın sürecinde özellikle çok zor olan hekime ulaşma, ücretsiz olarak bilgi alma ve doğru bilgi edinme hedefimize ulaştığımızı net olarak görüyoruz.
Sanal hastane girişiminde başınıza ilginç şeyler geliyor mu?
Tabii. Eski erkek arkadaşını listemizde görüp onun hakkındaki mutsuzluğunu bildirenden, cevabını bulamadığı tıbbi sınav surunun cevabını bulduğumuz öğrenciden, eşimin doğum sancıları başladı ne yapayım diyen heyecanlı baba adaylarına kadar pek çok ilginç olay yaşadık. Bizi resmi bir kurum sanıp … ilçesinde …doktoruna beni bağlayabilir misiniz diyenler, tivit hesabını sadece bize soru sorabilmek için açıp adım adım kendilerini yönlendirmemizi isteyenler, hastalanıp sonra iyileşip
sevincini paylaşanlar. Tabii çok sayıda bu projeyi gelir getirici bir web hizmetine dönüştürmek için teklif getiren yatırımcılar. Olumsuz örnek pek olmadı bu da beni çok memnun ediyor. Sanal Hastane’yi bir çeşit sağlık kulübü, sağlıkta bilinçlenmeyi yükselten bir ortam olarak kullanmaya çalışıyoruz. Sağlıkla şiddetle ilgili paylaşımlarımız oluyor. Sık sık bu ortam sayesinde hekimleri ve hayatlarını tanıdık saygımız sevgimiz arttı şeklinde mesajlar alıyoruz. Sosyal medyadan daha doğrusu uzaktan sağlık hizmeti bir kültür. Bu kültürü ancak deneyimleyerek öğrenebiliriz. Hem hekimler hem vatandaşlar açısından Sanal Hastane bu süreçte güzel bir deneyim ortamı sunuyor diye düşünüyorum.
Covid sizi nasıl etkiledi?
Henüz Mart ayında hekim olarak işsiz kaldım, yani ücretsiz zorunlu izne gönderildim. Bu dönemi öğretim üyesi olarak işlerime devam ederken, #SanalHastaneyi kurarak ve hekimlik bilgimi bu şekilde kullanarak değerlendirdim. Hayata geçirmeye ve seri üretime geçirmeye çalıştığım ve yurt dışı partner bulduğum bir patent projem var. İnsan vücudunun en hızlı ve iz bırakmadan iyileşen dokusu olan gözün kornea tabakasını kullanarak, hızla yaraları kapatan ve cildi güzelleştiren ürünlerin yapılması ile ilgili. Yapacağımız ürünün en yakın muadili 1.5 milyar dolarlık bir pazara sahip, oysa biz biyolojik bir
atıktan bu katma değerli ürünü üretebilecektik. Maalesef pandemi sebebi ile yurtdışı ile ortak yapacağımız çalışmaları ertelemek zorunda kaldık. Bir başka dijital projem vardı, ticari olarak büyük başarı kazanacağını düşündüğüm, yine onunla ilgili girişimlerim de yarım kaldı maalesef. Halen çalışmakta olduğum hastanede de polikliniklerimizde hasta sayımız epeyce azalmış olarak devam ediyoruz. Bu da bize hastaların ihtiyaçlarını ertelediğini ve Covid süreci soğuduğunda, mevcut kronik takipli hastalarla birlikte Covidi yenen ancak hasar almış hastaların sağlık sistemini uzun süre meşgul
edeceğini gösteriyor.
Ne zaman normal hayatımıza döneriz? Dönebilecek miyiz?
Normal demeyelim ama bu zorlu kış sürecini atlattıktan sonra Mart’ta bir nefes almayı, sonbahara doğru aşılamaların etkisi ile rahatlamayı bekliyorum. Herhalde normal diyebileceğimiz günler 2022 den sonra.