Gerçek Üstüne – Francis Bacon

“Gerçek nedir?” diye sormuş Pilatus(1) alay ederek, sorusuna bir yanıt da beklememiş. Kuşkusuz, uçarılıktan hoşlanarak kesin bir inancı benimsemeyi boyunduruk altına girmek sayan, gerek düşüncelerinde gerekse davranışlarında özgür kalmak isteyen kişiler vardır.


“Gerçek nedir?” diye sormuş Pilatus(1) alay ederek, sorusuna bir yanıt da beklememiş. Kuşkusuz, uçarılıktan hoşlanarak kesin bir inancı benimsemeyi boyunduruk altına girmek sayan, gerek düşüncelerinde gerekse davranışlarında özgür kalmak isteyen kişiler vardır. Gerçi böyle kişilerden kurulu felsefe okulları(2) artık ortadan kalkmıştır, ama aynı soydan gelme birtakım söz ebeleri, eskilerin gücünden yoksun olmakla birlikte, yine görünürlerdedir. Ancak, yalanın tutunmasına yol açan şey, insanların gerçeği bulmak için göze almaları gereken güçlükler ile emek, ya da bir kez bulunduktan sonra gerçeğin insan kafasına yükleyeceği zorunluluklar değil, yalanın kendisine duyulan doğal ama cılk bir sevgidir. Daha sonraki Yunan felsefe okullarından biri(3) konuyu incelemiş, insanın, ozanlar gibi başkalarına haz vermek ya da tüccarlar gibi kazanç sağlamak gibi bir amaç ortada yokken salt yalan uğruna yalan söylemesinin nedenlerini aramış, çıkamamış işin içinden. Ben bunu, gerçek dediğimiz şeyin, dünyadaki soytarılıkların, dilsiz oyunlarının, tören alaylarının göz kamaştırıcılığı ile görkemini bize bir mum ışığının ancak yarısı kadar gösterebilen parlak çırılçıplak bir günışığı olmasından başka bir şeyle açıklayamıyorum. Gerçek, göze en güzel gündüzleyin görünen bir inciye benzetilebilir belki, ama bu inci, alacalı ışıklarda en güzel görünüşünü kazanan pırlanta ile yakutun çok gerisinde kalır. İşe biraz yalanın karışması her zaman daha büyük bir haz verir. İnsanın kafasından boş düşünceler, böbürlenmeler, yanlış değerlendirmeler, tatlı kuruntular, bütün bu gibi şeyler çıkarılacak olursa, çoğu kimsenin kafasında geriye, kendilerinin bile hoşlanmayacağı, üzüntü, tedirginlik dolu zavallı cılız şeylerin kalacağını bilmeyen var mıdır? Kilise babalarından biri, oldukça sert bir yargıyla şiiri “vinum daemonum” (kötü ruhların şarabı) diye adlandırır, insanın düşgücünü çok çok bir yalanın gölgesiyle doldurduğunu ileri sürer. Ama zararlı olan, (bir kulaktan girip ötekinden çıkan yalan değil), kafaya çöken yerleşen, yukarda sözünü ettiğimiz türden yalanlandır. İnsanın aşağılık düşünceleri ile duygularında görülen bu durumla birlikte, kendi kendini yargılayan gerçek yine de bize, kendisinin sevişmeyi, gönül çekmeyi andıran araştırılmasının, kendisiyle gözgöze gelmek demek olan inanılmasının, insan yaradılışındaki en yüce erdemler olduğunu öğretir. Tanrı yedi günlük çalışmasında, her şeyden önce göz ışığını, son olarak da aklın ışığını yaratmış, dinlenme gününden bu yana da başlıca işi, insan ruhunun aydınlatılması olmuştur. Tanrı ilkin maddenin ya da karanlık boşluğun yüzüne ışık üfledi, sonra insanın yüzüne ışık üfledi, bugün bile seçkin kullarının yüzünü üflediği ışıkla aydınlatıyor. Benzerlerinden aşağı sayılabilecek bir felsefe okuluna yücelik kazandıran ozan(4) ne de güzel söylemiş: “Kıyıda durup, denizde yalpalayan gemilere bakmak hoş bir şeydir; bir şatonun penceresinden, aşağıdaki bir savaşı, savaşanların serüvenini gözlemek hoş bir şeydir; ama hiçbir şey, gerçeğin durduğu yerde (bütün tepelerden daha yüksek, havası her zaman temiz, dupduru olan o tepede) durup, aşağı vadideki yanılmaları, konuşmaları, sisleri, fırtınaları gözlemekten daha hoş olamaz,” yeter ki bu gözleyiş sırasında insan bir böbürlenme bir gurur değil de acıma duysun. İnsan ruhunun acımayı bilmesi, Tanrının istemine sığınması, gerçeğin ekseni çevresinde dönmesi, hiç kuşkusuz yeryüzünde erişilmiş bir cennettir.

Tanrıbilim ile felsefenin gerçeğinden toplum ilişkilerindeki günlük gerçeğe geçecek olursak, açık dürüst davranışın, böyle davranmayan kimselerce bile, insan yaradılışına onur kazandıran bir şey sayıldığını, bir işe yalan karıştırmanın altın ya da gümüş paraların yapımında kullanılan, madenin dayanıklılığını arttırmakla birlikte değerini de düşüren alaşımlara benzetildiğini görürüz. Eğri yolu tutmuş dolambaçlı davranışlar, ayağı üstünde değil de karınüstü yerlerde sürünerek ilerleyen yılanın davranışını andırır. İnsan için yalancılıktan kaypaklıktan daha utandırıcı bir leke yoktur, dolayısıyla Montaigne(5) yalan sözcüğünün neden böyle bir yüzkarası, böyle iğrenç bir ayıp anlamına geldiğini araştırırken, pek yerinde olarak: “İyice ölçüp biçtikten sonra bir kimsenin yalan söylediğini ileri sürmek, onun Tanrıya karşı gözüpek, insanlara karşı ise ödlek bir kişi olduğunu söylemektir, çünkü yalan Tanrı ile yüzyüzedir, ama insanla yüzyüze gelmekten ürker,” diyor. Yalancılık ile kaypaklığın kötülüğünü hiçbir şey, bunların insan soyu üzerine Tanrının yargısını çağıracak çanların en sonuncusu olacağı yolundaki söz gibi kesinlikle dile getiremez: çünkü önceden de bildirildiği üzre, İsa geldiği zaman, “yeryüzünde doğruluk bulmayacaktır.”(6)

1 İsa’nın çarmıha gerilmesinden önce onu yargılayan Roma valisi. Bu soruyu ona yargılama sırasında sormuştu. Kutsal Kitap, Yuhanna XVIII, 38.

2 Bu sözü Elis’li Pyrrhon’un (İ.Ö.350-300) “Septik” okuluna dokunduruyor Bacon.

3 Samsatlı Lukianos (İ.S. 115-200) Philopseudes (Yalanseven) adlı yazısında bu sorunu tartışır.

4 Lucretius (İ.Ö. 95-55), Epikuros okulunun öğretisini ünlü şiiri De Rerum Natura’da ölümsüzleştirir. Bacon’ın özetleyerek aktardığı bu parça için bkz. De Rerum Natura, II. I-10.

5 Bacon Denemeler’inde Montaigne’i yalnız burda anıyor. Aktardığı sözler de Montaigne’in kendi sözleri değil, Plutarkhos’tan bir alıntıdır. Essais II, 18.

6 Kutsal Kitap, Luka XVIII,

8. “Bununla birlikte insanoğlu geldiği vakit yeryüzünde iman bulacak mı?” Luka’daki bu sözleri biraz değiştirerek aktarıyor Bacon.