Film ve dizi müzikleriyle ünü kıtalara yayılan Yıldıray Gürgen: Gençler iyi müzik dinlesin

"Beyaz Melek", "Organize İşler" filmleriyle "Payitaht Abdülhamid" ve "Vatanım Sensin" televizyon dizilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda önemli yapımın müziklerine imza atan Gürgen, gençlere iyi müzik dinlemelerini önerdi. -


İstanbul

“Beyaz Melek”, “Organize İşler”, “Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi”, “Kusursuz Cinayet” filmleriyle “Doğduğun Ev Kaderindir”, “Payitaht Abdülhamid” ve “Vatanım Sensin” adlı televizyon dizilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda önemli yapımın müziklerine imza atan Yıldıray Gürgen, gençlere iyi müzik dinlemeleri önerisinde bulunarak, “İyi müzik dinlesinler. Bu iyi müzik neden? Küçük yaşta bu, genetik kodlarına işleniyor. Bunu yaptığı zaman, yıllar sonra bunun kendinde çıkışını duyacaktır ister istemez. Benim verebileceğim en önemli ve büyük tavsiye budur.” dedi.

Kariyeri boyunca 300’den fazla albüm ve müzik çalışmasında hem besteci hem aranjör olarak yer alan, yaşamının neredeyse tamamının müzik olduğunu belirten ve ‘Henüz en iyisini yapmadım’ diyen besteci, müzisyen Gürgen, Avustralya’dan 21 yaşında döndüğü Türkiye’de, değişik kültürlerin müziklerini bilgisayar teknolojisiyle harmanlayarak yaptığı müzik çalışmalarını, Mahsun Kırmızıgül’ün ‘Beyaz Melek’ filminde kullandığı canlı orkestrayı, Cem Karaca ile Haluk Levent’i tanıştırma hikayesini ve dizi müzikleri dolayısıyla dünyanın birçok ülkesinden kendisine ulaşan hayranlarını Anadolu Ajansı’na anlattı.

SORU: Merhabalar, nasılsınız? Bu pandemi döneminde stüdyonuzda yoğun çalışmanızın arasında buluştuk.

Yıldıray Gürgen: “Merhabalar, iyiyim. Çok yoğun şu ara. 4 tane film, dizi ve albüm çalışmalarıyla bayağı yoğunluk var. Onun için evet, zor yetişebiliyorum her şeye. Ama tabii ki sizleri misafir edebiliyoruz.”

SORU: Çok teşekkür ederiz. 5 yaşınızdan beri müzikle iç içeymişsiniz. Müzikle bağı ilk ne zaman kurdunuz ve sizi kim yönlendirdi?

Yıldıray Gürgen: “O sorunun cevabını şöyle verebilirim. Benim ilkokul öğretmenim aslında ilk fark edendir. Yani ksilofon diye bir çalgı var. Normalde bu oyuncak bir ksilofondu. Yalnız öğretmenim şunu fark etti, duyduğum şeyi tekrarlıyordum ve çalıyordum. O yeteneğe sahip olduğumu anladı. Tabii çocuklar bir şeyleri duyabilir ama ben duyup hemen çalıyordum. Ondan dolayı bendeki yeteneği görüp herhalde beni o tarafa yönlendirdiler. 5 yaşındaydım o zaman. Tabii zamanla gelişti. 6 yaşında davul çalmaya başladım. 7 yaşında, annemle, babam bana bir org aldı. Böyle her sene bir şeyler daha arttı. 30-35 tane çalgı var şimdi çalıyorum.”

SORU: Her seneye bir enstrüman mı yani?

Yıldıray Gürgen: “Evet, hatta bazen 2-3 tane oldu.”

SORU: Tabii bu evreleri yaşarken Avustralya’daymışsınız. Neden orada yaşadınız?

Yıldıray Gürgen: “Evet bu tamamen Avustralya’da geçirdiğim bir dönemdir. 1969 yılında birçok aile Almanya’ya göçerken, benim babam biraz daha farklı düşündü. Maceraperest ve vizyonu geniş bir adam. Avustralya’yı, Sidney’i tercih etti. Orada Türk nüfusu daha azdı. Ama ülke olarak daha çok şans verebilecek bir ülke olduğunu varsaydı. Doğruluk payı da var. Çünkü nüfus olarak toplam 20 milyon insan var. Hatta o dönem daha azdı, zannedersem 11 milyon insan vardı. Nüfusu daha az olduğu için daha rahat bir ortam olabileceğini varsayarak oraya gitti. Ben de tabii 6 aylık, bebektim. Aileyle gitmiş oldum.”

SORU: Orada nasıl bir müzik eğitimi aldınız? Sizdeki yeteneği fark ettikleri andan sonra nasıl bir eğitim biçimine doğru ilerlediniz?

Yıldıray Gürgen: “Ben bu sorunuzu şöyle cevaplasam daha iyi olur. Bana göre müzik eğitimimden ziyade oradaki birikimim daha önemliydi. Yani müzikle ilgiliydim, evet. Fakat şöyle bir şey vardı, Avustralya’nın, özellikle Sidney’in şöyle bir önemi var; 80 milletten, her türlü insan var. Benim, dünyanın her memleketinden çok arkadaşım vardır. Böyle olduğu zaman, ister istemez birçok kültürün arasında yetiştiğin için, o çok kültürün müziklerine de tanık oluyor ve o küçük yaşta en azından bütün bunların örneklerini duymuş oluyorsun. Benim aynı zamanda birçok müzisyen arkadaşım da vardı ya da aileleri müzikle ilgiliydi. Ben onların partilerine de giderdim. Böylece onların müzik kültürüne de tanık olmuş ve duymuş oldum. Küçük yaşta bunları aldığın zaman her biri bir katkı oluyor. Aslında, okulda öğrenemeyeceğin şeyleri öğreniyorsun ve bu sende bir zenginlik oluşturuyor. Tabii müzik eğitimime bakarsan, bir üniversite dönemim oldu. Ancak üniversiteyi bitirmedim, söyleyeyim.”

SORU: Neden?

Yıldıray Gürgen: “Yani amacıma yetersiz kaldığını varsaydım. Benim asıl amacım, sadece müzik teorisiyle ilgili şeyler değildi. Eser üretmek, beste yapmaktı amacım. Ben, müziğin bilimi yani feniyle ilgili eğitim alıyordum. Benim amacım daha çok müzik üretim ile ilgiliydi. Gerçi bunun içinde şöyle şeyler de vardı; Saat kaçta, hangi ton, hangi tını, hangi frekans insanları nasıl etkiler? Böyle şeyler, sonraki yıllarımda benim için faydalı oldu. Ama inanın o dönem müzik miydi, fizik miydi, matematik eğitimi miydi? Anlaşılmıyordu. Müzikten fazla rakam görüyorduk yani. Benim ilgi alanım daha çok üretmekle ilgiliydi.”

SORU: Teoriden çok pratiğe geçmek istemişsiniz sanırım?

Yıldıray Gürgen: “Pratikten ziyade insanlara müzikle nasıl ulaşabilirim diyordum. Oradaki eğitimin sonucu, ses ile nasıl ulaşabilirsin, idi. Ama ses her şeydir. Onun için ben daha çok beste, müzik üretim tarafında olup yaptıklarımı paylaşmak istiyordum insanlarla. Bunun içinde aranjörlük ya da aranje yapmak, orkestrasyon da var, sıfırdan eser yapmak da var. Ama eğitime bakarsak, bana göre benim en büyük eğitimim o birikime sahip olmaktı. Çeşitli kültürlerin müziklerini o yaşta duyup, algılayıp ve bunlardan bir şey çıkarabilmek en önemli eğitimdi bana göre. Bugün hele daha çok faydasını görüyorum.”

“Haluk Levent’le Cem Karaca’yı tanıştırdım”

SORU: Batı Müziğini Anadolu ezgileriyle harmanlayarak kendi tarzınızı oluşturdunuz ve müzikte bilgisayar teknolojisini ilk kullanan aranjörlerden biri olduğunuzu söylüyorsunuz?

Yıldıray Gürgen: “Vallahi ben mi söylüyorum başkaları mı söylüyor, ondan emin değilim ama Türkiye’ye ilk geldiğim dönemde, Türkiye o konuyla çok içli dışlı değildi henüz. Tabii birkaç kişi prodüksiyonun bir kısmında kullanıyordu. Ama ben baştan sona yapabiliyordum. O zamanlar yaşım daha 22- 23 idi. Bilgisayar devrimi, müziğe de o zamanlar büyük etki yaratarak girmişti. Ben tam başındaydım. İlgi alanımın içindeydi ve çok da yol almıştım. Hatta İstanbul’a ilk geldiğim dönemlerde enteresan bir şey olmuştu, 3 günde bir albümün tümünü bitirmiştim.”

SORU: Kaç şarkı? 10 şarkı mı albüm?

Yıldıray Gürgen: “10 şarkı. İlk gün aranjesi, ikinci gün okumasına kadar bütün kayıtları, üçüncü gün de mix’i. Böyle teslim ettim 3 günde.”

SORU: Ne kadar hızlısınız?

Yıldıray Gürgen: “O zamanlar öyle, gençlik işte. Normalde o tür bir albüm 2 ayda falan yapılıyordu. Ben 3 güne indirdim. İşte o teknolojiden yararlanarak yaptım tabii. Böyle farklar vardı açıkçası.”

SORU: Türkiye’ye ilk geldiğinizde aranjör olarak Cem Karaca, Cahit Berkay ve Uğur Dikmen ile birlikte çalışmışsınız. O dönemlerinizi biraz anlatır mısınız? Galiba biraz hızlılık katmışsınız o ekibe, değil mi?

Yıldıray Gürgen: “Evet, İstanbul’daki ilk işlerimden biriydi. Evet, tabii ben aralarındaki gençtim. Benim için, aralarında olmak da çok değişik, ilginç bir şeydi. O dönem kendilerini de pek tanımıyordum. Türkiye’ye yeni geldiğim için, sanatçıların isimlerini dahi bilmiyordum doğru dürüst. Birkaç isim bilirdim ama Cem Karaca benim bilmediğim isimlerden biriydi. Neyi temsil ettiğini de, ne tür müzik olduğunu da pek bilmiyordum. Ama ilgilendiğim bir tür müydü? Evet.

Şöyle bir şey de oldu. Ben o dönem Haluk Levent’le Cem Karaca’yı tanıştırdım. Bizim zaten zincirlememiz öyle gidiyor. O Anadolu rock esintisini oradan aldık, sonra kendimizce daha genç versiyonunu yapmaya çalıştık. İşte Haluk Levent’in dünyası da Cem Karaca ile tanıştıktan sonra değişti. O başka bir yöne yönlenmeye başlamıştı ve müzikal çizgisi de bununla beraber değişti. Benim de orada olmamla beraber tesadüfler, tesadüfleri getirdi. Bu biraz öyle oldu. Haluk, şimdi bildiğimiz Haluk Levent oldu. Oysa onun yapacağı çizgiyi şöyle söyleyeyim; İspanyol, Latin havalı şarkılar okuyacaktı. Böyle bir albüm yapmak istiyordu aslında. Ama Cem (Karaca) ile tanıştıktan sonra, o şarkıları ve albümü de çıkmadan önce dinlettim ona, çok etkilendi. Biz de kendimize göre Anadolu rock ya da Anadolu pop mu diyeyim ya da bizce bunun nasıl olması gerektiğini simgeleyen bir örnek çıkarttık ortaya. O da ‘Yollarda Bulurum Seni’ albümüdür.”

SORU: Evet, ne güzel bir albümdür o. Demek ki bir müzisyenin kaderi de böylece evriliyor başka bir yere?

Yıldıray Gürgen: “Bu ondan dolayı oldu işte. Sebep, Cem Karaca ile tanışmasıydı. Tabii, işte bu adam şimdi aramızda. Haluk Levent, kendi dalında herhalde en iyilerinin temsilcisidir şu an.”

SORU: Birçok albümünün aranjörü oldunuz ve en son onun seslendirdiği İzmir Marşı’nın düzenlemesini yaptınız birlikte değil mi?

Yıldıray Gürgen: “Evet, doğru ben yaptım. En sonlardan biri, İzmir Marşı’nı yaptık birlikte. Ondan sonra bir albüm daha yaptık.”

SORU: Bu yıllara kadar devam etti demek ki?

Yıldıray Gürgen: “Evet tabii canım. Biz de devam yani.”

SORU: Devamlılığın esas olduğunu varsayarsak o dönemlerde Prestij ailesine bir geçişiniz de oldu müzik albümleri anlamında. Prestij Ailesi, başında Hilmi Topaloğlu’nun olduğu, Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz, Alişan gibi isimlerin yer aldığı önemli bir dönemdi. Doksanlı yıllar ve soluksuz işler yapıyordunuz. O günleri nasıl anıyorsunuz?

Yıldıray Gürgen: “Doğru. O günleri ancak şöyle tarif edebilirim; geçen hayatımızın en güzel yıllarıydı. Dönem olarak da baktığınız zaman o şirketin, müzik sektöründeki o gücü, müthiş bir güçtü. Tabii sektörün bana göre en büyük şirketiydi. Bir de yabancı sermayenin olmadığı tek büyük şirketti. Tamamıyla yerli ve milli. 2 kişi Karadeniz’den, biri Diyarbakır’dan, biri Almanya’dan, biri Adana’dan, biri Avustralya’dan geldi. Bunu yazmaya kalksan yazamaz, hayal etmeye kalksan hayal edemezsin. Ama böyle ilginç bir takım bir araya geliyor ve tarih yazıyorlar. Bana göre her birimizin bir şekilde katkısı oldu bu şirkete ve bu şirket, birçok yeni ismi insanlara sundu. O isimler hala var. Biraz önce saydığımız isimlerin yarısı neredeyse no name (isimsiz) insanlardı. Ama şimdi hepimizin bildiği insanlar. Demek ki bir doğru vardı o zaman. O günlere dair söyleyebileceğim en önemli şey, çok eğlendik, güle oynaya yaptığımız çok çalışma oldu ve insanlarla paylaştık. O dönem çok müsaitti. Doksanlar dönemini bana göre en iyi yansıtan müzik fraksiyonudur Prestij Grubu.”

SORU: Prestij müzik ailesiyle devam edilen müzik sürecinden sonra, sanatçılar kendi albüm çalışmalarıyla devam etti. Fakat bu arada sinemaya geçişler de başladı. Mahsun Kırmızıgül’ün ‘Beyaz Melek’ filmi tamamen kendi projesiydi ve siz de o projenin müziklerini üstlendiniz. Canlı orkestrayla çaldığınız bir eser oldu. Bundan sonra da film müzikleri çalışmalarınız devam etti değil mi? Biraz o Beyaz Melek dönemini anlatır mısınız?

Yıldıray Gürgen: “Tabii, güzel bir dönemdi. Sevgili Mahsun Kırmızıgül’ün vizyonuydu o. 2004 yılında ‘Dinle’ albümünü yapmıştık. 2005-2006 yıllarında sürekli bir film projesini dile getiriyordu. Açıkçası ben çok taraftarı değildim. Bilmediğimiz bir alandı. Bilmediği bir alan olduğunu varsaydım. Hepimizi çok yanılttı. Çünkü çıkan işe baktığın zaman, ‘sinemacıyım’ diyen birçok insana örnek sunabileceği bir film çıktı ortaya. Bir de o kadroyu zaten yan yana getirmek büyük marifet.”

“Bir müzisyenin birikimi ilk 15 senesindedir”

SORU: Kimler, kimler yoktu ki ve çoğu aramızda olmayan sanatçılarımız..

Yıldıray Gürgen: “Tabii. Birçoğu şu an aramızda yok ve ilk defa yan yana geldiler. Bana göre sadece bu bile büyük bir başarı. Bunu yapabilmesi takdir edilesi bir durum açıkçası. Hepimiz o filmi izlediğimizde, bu ustaları aynı ekranda, aynı filmin içinde görebilme imkanımız oldu. Ben, filmi ilk izlediğim zaman hayretler içerisinde kaldım. Mahsun’dan hiç böyle bir şey beklemiyordum. Çok gurur duydum kendisiyle. Böyle güzel bir film çıkarabileceğini, en yakınlarından biri olmakla beraber, inan hiç beklemiyordum ama projeye dahil oldum. Müziklerle ilgili benim katkımı istedi kendisi. Farklı bir şey yapalım istedik. Bir orkestra eşliğinde yapalım denildi. Ondan sonra bir arayış içine girdik. Hangi orkestra ile yapalım diye. Ben aslında bu filmden önce Mahsun’un bir albümünü orkestra eşliğinde yapmak istiyordum. En büyük hayallerimden biri buydu. Biz bu hayal hakkını bu filmde kullandık. Bu film, Türkiye’de orkestra eşliğinde yapılan ilk film müziği oldu.”

SORU: Daha önce yapılmamış öyle mi?

Yıldıray Gürgen: “Yapılmamış. İlk defa olmuş oluyor. Üzüleyim mi sevineyim mi ondan da pek emin değildim. Yani bize mi kaldı bu iş? Çok şaşırdım açıkçası. Ama tabii bu süreç, bize çok şey öğretti. Bu işlerin nasıl yapıldığını, ne şekilde bir prosedürle ilerlendiğini öğrenmiş olduk. Çıkan iş de fena değildi aslında. Şahsen benim Mahsun’un filmleri içinde hala en çok beğendiğim filmdir. Müzikte ilk olmasına rağmen bizim açımızdan başarılı bir sınavdı. Sonuçları da çok güzeldi. İnsanların çok beğenerek izlediği bir filmdi. Bugün de dönüp baktığımız zaman, o yolun ilkiydi bizim için ve Türkiye için de ilk oldu. Güzel bir örnekti açıkçası.”

SORU: Bundan öncesine ve sonraya baktığımızda 300’e yakın çalışmanız oldu değil mi?

Yıldıray Gürgen: “Tabii, albümlere falan baktığınız zaman, 300 prodüksiyona dahil olmuş oluyorum.”

SORU: Romantik ve komedi türünde “Ya Sonra”, “Evim Sensin”, ayrıca “Organize İşler” serisi, “Çok Filim Hareketler Bunlar” filmi, korku türünde “Cin-i Ayet”, “Cinler Kitabı”, “Araf”, tarihi “Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi” gibi değişik türlere müzik yaptınız. Müzik çalışmalarınıza bakınca tam bir çeşni gibi aslında ulaştığınız skala, değil mi?

Yıldıray Güngen: “Benim normal müzik çalışmalarıma baktığın zaman da belli bir tür yoktur. Yani, Türk sanat müziği, halk müziği, pop müziği, arabesk, pop-fantezi çalışmalarım vardır. Çok geniş bir yelpaze var açıkçası. İlk sorulardan biri neydi? Avustralya’daki dönemim, o farklı birikim ve çeşitli şeyleri duyabilmek ve bunu bir şekilde bugünüme getirip, bugünkü çalışmalarıma yansıtabilmekti. Aslında bu onun uzantısı. O dönemki birikimleri almışım, şimdi yaptığım çalışmalarımın içine serpiyorum aslında. Bir müzisyenin birikimi ilk 15 senesindedir. O ilk 15 sene içerisinde ne duyuyorsa onu yapar zaten gelecekte. Onu manipüle eder ve kendine göre uyarlar. Ben bu konuda çok şanslıyım. Çok büyük bir yelpaze söz konusu. O yelpazemde farklı türleri gösterebiliyorum işte. Ondan dolayı birbirlerinden alakasız filmler ve müzik çalışmalarım da söz konusu.”

SORU: Dizi filmlerden de kafanızı kaldıramıyorsunuz sanırım? Örnek verecek olursam; şu anda “Payitaht Abdülhamid” dizisi, tarihi dönemi anlatan, bir dönem yine “Vatanım Sensin”, “Doğduğun Ev Kaderindir”, “Siyah Beyaz Aşk”, “İsimsizler”, “Şeref Meselesi” ve ilk dönemlere baktığımızda da yine Prestij döneminden “Aşkına Eşkıya”, “Aynalı Tahir” var galiba?

Yıldıray Gürgen: “Aynalı Tahir’in ilginç bir durumu var. Bir şarkıdan dolayı çekildi o dizi. ‘Kralı Gelsin’ diye bir şarkı yapmıştım ben Alişan’a, beste benim, sözleri de Hakan Kambay’ın. Televizyon şirketinin patronu şarkıyı sevdi. O şarkı sayesinde adama dizi çekti. İşte o zamanlar öyleydi. Adam şarkıyı seviyor ve ‘Gel hadi bir dizi çekelim.’ diyordu.”

“Bana, Türkçe bilmeyen ve Türkçe yazan çok insan var”

SORU: Sinema filmlerindeki müzikler çok önemli ama dizi müziklerinin fanları da oluştu. O fanlar dizilere bağlı olmakla birlikte, aradaki müziklere ve parçalara da bağlanıyor. Sizin de büyük fanlarınız oluşmuştur herhalde.

Yıldıray Gürgen: “Benim çok enteresan bir fan grubum var, dünyanın her yerinden. Yani diyebilirim ki yabancı, yerliden daha fazladır. Benim en büyük fan sayısı Kuzey Amerika’dan geliyor. Birçok insan yazıyor. Avrupa’dan, Arap bölgesinden, Mısır ve Orta Doğu’dan da çok yazan var ama en çok ilgi gördüğüm yer Kuzey Amerika. Çok enteresandır yani.”

SORU: Hangi dizileri izliyorlar orada?

Yıldıray Gürgen: “İnan, online siteler sayesinde hepsini izliyorlar. Hepsinin dublajlı versiyonları, İngilizce alt yazıları yayınlanmaya başladığı için Türk dizileri oralarda bayağı popüler. Bizim görmediğimiz kadar ilgi görüyor. Çok şaşırırsınız açıkçası. Bana, Türkçe bilmeyen ve Türkçe yazan çok insan var. Türkçe öğreniyorlar. Ben buradan anlıyorum bizim dizilerimiz o taraflarda çok ilgi görüyor.”

SORU: Fanların dışında gençlerden müzik yapmak isteyen ve size yazan oluyor mu?

Yıldıray Gürgen: “Çok oluyor. Ben bu konuda herhalde birçok genç isme önayak olmaya çalışmışımdır ve hala da çalışıyorum. Bazıları gelir gider, uğrar, ya çalışmalarıma tanık olur ya da sırf bu odada oturup çalışmayı izlemek bile onlar için büyük bir şeydir. Çünkü bu işlerin nasıl döndüğünü hiçbiri bilmiyor. Zannediyorlar ki iş sadece müzik. Değil. Evet yüzde ellisi müzik ama yüzde ellisi bana göre tercümanlık. Çalıştığın projede, yapımcı, yönetmen ya da senaristten bilgileri, konuyu, hikayeyi alıp, notaya ve müziğe tercüme etmek zorundasın. Sen de bir hikaye anlatıyorsun aslında. Sen işe, ruhunu veriyorsun. Onlar güzel bir görüntü çekiyor ama görüntüde müzik ya da ses olmadığı zaman kapat bak sesini, televizyonu ne kadar izleyebilirsin? 10 dakikayı geçemez, rahatsız olursun. Bizim işimiz bu. Mesela 2 saatlik diziyi rahat izleyebilmen için o müzik orada var aslında. Bizim en büyük marifetlerimizden biri budur. O çalışmaları, izlenir ve katlanır hale getirmek.”

SORU: Bu bir anlamda, işitsel estetik ve satışa katkı sağlamak gibi bir şey galiba projede?

Yıldıray Gürgen: “Kesinlikle. Manipülasyonun ta kendisidir tabii. Dizi müziği de odur yani. Dizide müzikten ziyade insanların odaklarını ekrana kilitli tutabilmek ve başka bir yere dikkatlerini vermemelerini sağlamak, asıl amacın o. Ekrana kilitlemek ve kanalı değiştirtmemek, başka bir şeyle ilgilenmemelerini sağlamak. İşimizin dizi konusundaki asıl özü bu. Sinema tabii daha başka ama dizide olayımız bu.”

SORU: Peki bu manipülasyonlar, tarihi karakterlerde geçerli oluyor mu?

Yıldıray Gürgen: “Kesinlikle, tabii ki.”

SORU: Tarihi bir karakteri üstleniyor olmak müzikte ve ona müzik yazmakla bir kurgu ya da güncel bir karakteri üstleniyor olmak durumu farklı mı?

Yıldıray Gürgen: “Öyle bakarsak o başka bir şey. O tabii biraz farklı ve birbirlerinden ayrılır.”

SORU: Bir gerçekçilik gerekiyor değil mi?

Yıldıray Gürgen: “Tabii. Tarihi konulara girdiğimiz zaman; mesela şu aralar Payitaht’ın 140. bölümündeyiz, Abdülhamid gibi bir karakteri müziklendirmek ve ona bir eser üretmekle Siyah Beyaz Aşk’taki Ferhat karakterine ürettiğin müzik farklı şeyler. Dediğin gibi birinde gerçeklik payı var. Sen bu adamı sunarken de tarihsel içeriğini de notaların içine ekmek zorundasın ki inandırıcılığın olsun. Öbürü tamamıyla hayal ürünü bir adam. Hayal ürünü bir adam tabii çok daha fantastik durumludur. Müziği de daha hayali olabilir, o karakteri temsil ederken. Keza, Siyah Beyaz Aşk’taki Ferhat, daha fantastik, Abdülhamid’e baktığınız zaman daha ayağı yere basan bir müzik bence.”

SORU: Siz hangisinden daha çok keyif alıyorsunuz? Daha fantastik uçabileceğiniz projeler mi sizi daha çok cezp eder yoksa daha gerçek, ayakları sağlam yere basan tarihi projeler ve karakterler mi?

Yıldıray Gürgen: “Ben size o sorunun cevabını daha genelleme yaparak vereceğim. Benim sevdiğim, seveceğim ya da en beğendiğim projem bir sonrakidir.”

SORU: Henüz yapılmamış olan mı?

Yıldıray Gürgen: “Tabii. Çünkü diğerlerini yaptım. Onları yaptım, sevilir, sevilmez ayrı bir konu. İnsanların kulaklarında var. Zaten sevmiş, sevmeyen sevmiyordur. Ama bana soracak olursan bir sonraki benim için daha iyi olacaktır, daha iyidir. ‘Henüz en iyisini yapmadım.’ motivasyonumdur aynı zamanda.”

SORU: Biraz müzik sektörüne bakarsak, artık materyal olarak CD dönemi geçti. Bu sanatçı ve aranjöre mi yaradı? Yani şunu merak ediyorum; sanatçı, aranjöre o düzenlemeyi, besteyi dijital platformlar için mi yaptırıyor? Galiba şirketlerle yapmıyorlar, daha bireysel mi çalışıyor sanatçılar?

Yıldıray Gürgen: “Evet, şöyle oldu daha doğrusu, sanatçılardan ziyade müzikle ilgili insanların çoğu, dijital platformlarda kendileri yayınlama şansı elde etti. Böylece bir yapımcı olmana gerek yok. Bunun şöyle iyi bir tarafı oldu aslında, bana göre hak eden şahıs her kimse, kendisi çıkarttığı için, hak da gelir de onun eline geçti. Böylece üretenin namına daha iyi bir şey oldu. Çünkü üreten aslında eser sahibidir. Bana göre, plak şirketi bu saatten sonra çok büyük bir yatırım yapsa bile ne yapacak? Youtube’a mı koyup yayınlayacak? Türkiye’de müzik kanalları da bitti artık. Ne yapıyorlar? Youtube ya da dijitallere koyup yayınlıyorlar. Bir firma bunu yapsa ne değişir? Sen yaparsan ne fark eder ki? Aynı şey.”

“Daha yolun başındayım”

SORU: Ama mutlaka bir aranjöre ihtiyaç duyuluyor değil mi?

Yıldıray Gürgen: “Ben bu işi yapan bir insanım ve kendi şirketim var. Sountrack’lerimi kendi şirketimden çıkartıyorum artık. Yapım şirketine ihtiyacım yok. Ne olmuş oluyor? Üretene doğrudan gitmiş oluyor bu destek. Bence hak yerini bulmuştur diye düşünüyorum açıkçası. Daha iyi oldu.”

SORU: Şirketinizle yurt dışı projeler yapmayı hayal ediyor musunuz?

Yıldıray Gürgen: “Ya o hayal değil, olacaktır. Yaptığım bazı çalışmalar da var. Ama kendi namıma konuşayım, kendi potansiyelim olarak bakarsak, ben daha yolun başındayım şu an. Tamam Türkiye için projeler yaptım ama bundan bir sonraki aşamada yurt dışı, yabancı projelerde yer almanın zamanının yavaş yavaş geldiğini düşünüyorum. Netflix gibi dijital platformlar ya da Hollywood, direkt sinema yani.”

SORU: Yolun başındayım diyorsunuz ama 30 yıla yaklaşan profesyonel bir müzik yaşamınız var?

Yıldıray Gürgen: “30 yıl çok değil bence müzikle ilgili. Çok kısa bir süre bence. Ayrıca 30 değil 45 yıl.”

SORU: Profesyonel olarak baktığınızda mı?

Yıldıray Gürgen: “Bana göre profesyonel olarak. Neden diyeceksiniz. Ben o yaştan itibaren bu işi ciddiye aldım yani.”

SORU: 5 yaşından itibaren mi?

Yıldıray Gürgen: “Çok rahatlıkla şunu söyleyebilirim, benim hayatımın yüzde 75’ini kapladı müzik. Şimdi bu profesyonellik değil de ne? Tabii ki çok küçük yaşta bir gelir elde etmiyordum ama bu işi çok ciddiye almıştım ve bugünlere kadar geldim.”

SORU: Hayatım müzik oldu diyorsunuz?

Yıldıray Gürgen: “Aynen.”

SORU: Bazı meslekler belli bir yaşa kadar yapılır ama bir müzisyen için böyle bir şey yok. En büyük eserler sonraları çıkıyor galiba?

Yıldıray Gürgen: “Yaş ilerledikçe daha çok yapıyorsun. Birikimin daha büyük oluyor. Bana göre, bu saatten sonra daha iyileri çıkacak. Birikim artıyor açıkçası.”

SORU: Son olarak yeni projelerinizden bahsedelim. Neler yapıyorsunuz?

Yıldıray Gürgen: “Şu sıra ‘7 Melek’ diye bir film yaptım, 15 Temmuz ile ilgili. Sinan Biçici’nin yazıp yönettiği ‘Sadece Bir Gece’ diye, romantik- trajedi filmi var. ‘Aşkın Gönül Yazısı’ diye bir film de var, Umut Ertek’in yazıp yönettiği. Bir tane de Çanakkale ile ilgili animasyon var, yakında başlayacağım. ‘Payitaht Abdülhamid’ ve ‘Benim Adım Melek’ dizileri devam ediyor. Önümüzdeki günlerde birkaç dizi daha söz konusu. Şu anda netleşmediği için ilan etmeyi doğru bulmuyorum. Ama muhtemelen bir sonraki sezonda başlayacağım 1-2 dizi var. Kendi eski çalışmalarımı yavaş yavaş soundtrack olarak yayınlamaya başladım. Yakın zamanda Payitaht çıktı. Şimdi Neşeli Hayat’ı çıkartacağım. Vatanım Sensin vs. bunları yavaş yavaş çıkartacağım. Bunları uzun zamandır yapmadım ve doğru bulmuyorum kendimde tutmayı. Çünkü çok dinlemek isteyen oluyor. Yavaş yavaş değil bayağı hızlı bir şekilde bunların çıkmasını istiyorum. Çünkü bende kalmasının pek manası yok. Çünkü müzik paylaştıkça güzeldir.”

SORU: Sizi izleyenlere ve gençlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Yıldıray Gürgen: “Tabii, iyi müzik dinlesinler. Bu iyi müzik neden? Küçük yaşta bu, genetik kodlarına işleniyor. Bunu yaptığı zaman, yıllar sonra bunun kendinde çıkışını duyacaktır ister istemez. Benim verebileceğim en önemli ve büyük tavsiye budur. O hayatı boyunca yanında taşıyacağı bir birikimdir. Güzel müzik her zaman en iyi dönüşüme sebep olur bence.”

Kaynak: AA


Sizin Tepkiniz Nedir?

hate hate
0
hate
confused confused
0
confused
fail fail
0
fail
fun fun
0
fun
geeky geeky
0
geeky
love love
0
love
lol lol
0
lol
omg omg
0
omg
win win
0
win

Dutluk Dergi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin