Dönüşüm; Covid-19 Üzerine

Bir dönüşüm içindeyiz, artık ayak seslerini çoktandır duyduğumuz Dijital Çağ’ın yükselişine şahitlik ediyoruz. Devletler her ne kadar kalabalıkları bir arada tutabilmek için örf/adet, din/gelenek gibi limanlara sığınıyor görünse de arka planda işleyen şey bilimin kendisi oluyor.


Her şey 1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Vuhan kentinden gelen haberlerle başladı. O dönem Türkiye de dâhil pek çok ülke durumu yakından takip etmiş olsa da yaşanan kaosun o bölgede tıkılıp kalacağına dair bir inanç vardı. Malum “Onlar, yarasa-köpek yiyorlar.” gibi bir anlayışla “Bize bir şey olmaz,” deniliyordu. Vuhan’dan gelen görüntüler bilimkurgu filmlerini
aratmayacak derece korkunçtu. Hatırlarsanız o dönem başta Twitter olmak üzere birçok sosyal medya platformunda #dayanvuhan gibi başlıklar atılıyordu. Vuhan’da insanlar birer birer ölürken, salgının sınır kapılarımıza kadar geldiği haberlerini almaya başlamıştık.

Derken umreden dönen vatandaşların enfekte oldukları ile ilgili haberler ülkemizde hızla yayıldı. Ocak ayında ülkemizde görülen başka bir hastalık daha vardı: Grip. Yüksek ateşin günlerce düşmediği ve hastaların sanrı görmesine neden olan bu salgına yakalananlar şaşkındı. Doktorlar bunun korona virüsü olmadığını söylüyorlardı ancak normal grip ve soğuk
algınlığı için verilen ilaçlar da etkisizdi. Sonraki süreç daha da garipleşti ve akıllarda çok fazla soru işareti yarattı.

– Vuhan’da evcil hayvanlarını dahi balkonlardan atan, pencerelerinden yardım çığlıkları duyulan insanların manzaralarına tanıklık etmişken, o acı tablo dünyanın geri kalanında neden yaşanmadı?

– Hasta ve ölü sayıları gerçeği yansıtıyor mu?

– Aşı çalışmaları ne kadar başarılı?

– Virüs doğal yollarla mı başladı yoksa bir tür biyolojik silah mı?

– Hangi kurumlara güvenmeliyiz?

Bu belli başlı sorular etrafında gezinirken bir şeyi fark ettiniz mi? Bir daha asla eskisi gibi olamayacağız. Her ne kadar toplumsal bellek zayıf olsa da dijital çağda büyüyen çocuklar için unutkanlık birkaç tuşa basmayla bitebiliyor. Nisan ayının başlarındaydı, korona virüs vakaları açıklanmaya başlamışken Bilimkurgu Kulübü için bir yazı kaleme almıştım. Yazımda karantina sonrası bizi bekleyen bazı tehlikelerden bahsetmiştim. Gelin öne çıkan başlıklara bir kez daha hızlıca göz atalım.

1-Fiziksel sorunlar: Evde kalmaya başlamakla birlikte alışagelen günlük aktivitelerden de uzaklaşmak, beraberinde birçok sağlık sorununu da yanında getirecek. İlk olarak sağlıksız beslenme ile gün yüzüne çıkan problemler kendisini aşırı kilo alma ya da aşırı zayıflama olarak gösterebilir. Bunun dışında duruş bozuklukları, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve sindirim sisteminde meydana gelecek sorunlar da hastanelerin sağlık sistemini zorlayacak yeni tip hastalık dalgasını tetikleyebilir.

2- Psikolojik Sorunlar:  İlerleyen günlerde durum daha da vahimleşerek beklenmedik ağır semptomların da gün yüzüne çıkmasına neden olabilir. Travma Sonrası Stres Bozukluğu, Klostrofobi ve Obsesif Kompulsif Bozukluk gibi hastalıklar en çok karşılaşılacaklar listesinde. Bunlara paralel olarak insanların başka ve özellikle daha az tanıdığı insanlarla iletişim kurmaya olan yatkınlıkları ev içerisinde karantinada kalan kimseler arasında ciddi iletişim sorunları yaratabilir. Ev içinde yaşanacak sözlü ve fiziksel saldırıların artacağı ihtimali de birçok kimsede çeşitli anksiyetelerin varlığına yol açabilir.

3- Ekonomik Sorunlar: Salgına bağlı karantina günleri ile bir kez daha gördük ki sınıflı toplumlarda işçilerin, köylülerin, popüler kültürden uzak çeşitli alanlarda sanat icra edenlerin ve işsizlerin hayatları tahmin edilenden daha da kıymetsiz. Böylece önümüzdeki günlerde hükümetler, kıtlık ve salgın gibi yıkıcı etkileri azaltmaya dönük önlemler almaya zorlanacak. İlk olarak iflasın eşiğindeki şirketler halkın vergileriyle kurtarılarak seçkin azınlığın geleceği yeniden garanti altına alınmış olacak. Sonrasında ise daha radikal önlemler alınması şaşırtıcı olamayacak.

4- Dijital Devletler: Devletler, insanların sağlıklarını yakından takip ederken yöneticilerin açgözlü davranmayacağının garantisini kim verebilir? Hali hazırda her bireyin konum ve sağlık bilgisine ulaşmakta olan sistem, insanları kendi seçkin zümrelerinin konforlarını kaybetmemesi adına kontrol etmekte de kullanmaları mümkün. Hal böyle olunca önümüzdeki
yıllarda yükselişe geçecek içe kapanık sağcı devletler kendi oligarşik yapılarının huzuru adına ellerinde bulunan teknolojik gücü kullanmaktan geri durmayacaklardır.

5- Dinler: Salgınla birlikte görüldüğü üzere yeryüzündeki tüm dinler çaresiz kaldı ve ibadethaneler kapatıldı. Artık ibadethanelerin dahi tehlikeli ve virüsü yaydığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Toplumların gözü kulağı bilim insanlarından gelecek aşı haberinde. Oluşan bu algı önümüzdeki yıllarda dinlerin toplum üzerindeki etkisinin zayıflayacağı yönünde olsa da bizi bekleyen gelecekte kökten dinciliğin artacağı apaçık ortada. Hurafe ve mistik inanışlara olan bağımlılık, zihinleri beslerken; açlık ve ölümle burun buruna yaşayan kitlelerin yaratacağı korkuyu bastırmak yine dini söylevlerle mümkün olacak. Özellikle yoksulluğun artması ile birlikte tevazu, kader ve şükür kavramlarına daha fazla başvurularak olası isyanların engellenmesi öngörülebilir.

6- Çocuklar ve Gençler: Salgın sürecinden en fazla etkilenen maalesef çocuklar olacak. Yapıları gereği hareketli ve kıpır kıpır olan çocuklar küçük evlerde kalmaya zorlandıkça fiziksel ve psikolojik sorunlar yaşamaları muhtemel görünüyor. Aile içindeki kimseler ne kadar iyiliksever olurlarsa olsunlar onların ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalacaklardır.

En başta akran buluşmalarının eksikliği ve yetersiz oyun alanları ile başlayan “sıkılma” süreci kısa sürede onların teknoloji bağımlısı olmalarının yolunu açacak. Evde kalmak zorunda olan ergenlik sürecindeki gençler ise hali hazırda olan sorunlarına bir yenisini daha katmış oldular.

Bu başlıklar etrafında bir süre düşündüğümüzde karantina sürecinde artan bir takım olumsuzlukların devletler üzerindeki etkilerini de görmek mümkün ve hatta birçok devletin salgın sürecinin kontrollü bir şekilde uzatılmasından, yıllara yayılmasından rahatsızlık duymayacağı da gün gibi ortada. Nihayetinde çarklar dönüyor, bütün kamusal etkinlikler iptal
edilebiliyor ve hatta Covid-19 ile uzaktan yakından ilgisi olmayan yasaklar dahi sessizce kabul edilebiliyor. Bugün, 2020’nin son günlerinde önümüze düşen haberlere baktığımızda karşımızda hiç de iç açıcı bir tablo yok. İnsanlar genel olarak daha mutsuz. Peki, olaylara biraz daha geniş açıdan bakarsak karşımıza ne çıkıyor?

Bir dönüşüm içindeyiz, artık ayak seslerini çoktandır duyduğumuz Dijital Çağ’ın yükselişine şahitlik ediyoruz. Devletler her ne kadar kalabalıkları bir arada tutabilmek için örf/adet, din/gelenek gibi limanlara sığınıyor görünse de arka planda işleyen şey bilimin kendisi oluyor. Teknolojik altyapısı güçlü olan devletler, diğerleri üzerinde hüküm sürme hakkına ve yetkisine sahip olduğunu düşünürken, geri kalmış ülkeler daha da dindarlaşarak kapalı toplum yapısına doğru sürükleniyor. Şüphesiz Covid-19 tüm gezegeni bir daha eskisi gibi olamayacak derecede sarstı. Sanayi Devrimi sürecinde büyük bedellerle elde edilen tüm toplumsal haklar birer birer yontuluyor. Bu yontma işi yakın zamanda bitecek gibi de
görünmüyor.

Peki, bu süreç yazarlar ve sanatçılar için nasıl geçti/geçiyor? Kişisel olarak Covid-19 ‘dan önce de hali hazırda karantinada yaşıyordum, yüz yüze görüştüğüm çok fazla kimse yoktu. İş ya da zorunlu haller dışında dışarı çıkmaktan da hoşlanmadığım için karantina/salgın sürecinde evde kaldığımda da ah edip vah etmedim. İlla ki bir yerlere gitmem gerekiyorsa da motosiklet kullanıyorum. Covid-19 öncesinde halk, salgın vb konulu eserleri uçuk kaçık bir hayal ürünü olarak algılarken bugün kimselerin olmadığı yerlerde dahi maske takmayı garipsemez oldu. Sokağa çıkma kısıtlaması ve daha birçok olay gerekli ve yerinde kabul ediliyor, çabucak alışıldı her şeye. Daha beteri olayları/felaketleri şimdiden kanıksadık. Yine, dikkatli kimseler mutlaka fark etmiştir; izlediğimiz yapımlarda maske takan kimseler yok, kurgulanan eserler hala Covid-19 öncesinden kalma projeler. Ancak sanatın geleceği hakkında da karamsarlığa düşmeye gerek. Yukarıda saydığım nedenlerden ötürü başta bilimkurgu yazarları ve senaristleri olmak üzere eser üretmek konusunda önümüzdeki yıllarda altın çağı yaşayacağımızı düşünüyorum. Yaşam koşulları gün geçtikçe zorlaşan milyonların hayatları ise elbette yeri geldikçe kimi cesur eserlerde dile gelecektir.


Dutluk Dergi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin