Varlık Ergen, yapay zekânın hüküm sürdüğü gelecekte Lucas isimli kahramanın hem kendini hem de evreni keşfetme sürecine odaklanan Model Evren isimli bilimkurgu kitabının yazarı. Onun deyimiyle Model Evren “düşmüşleri, karanlıkta yürüyenleri ve tüm ötekileri kucaklayan” bir kitap; Tıpkı Varlık Ergen’in ta kendisi gibi. Hepimiz gibi hayallerinin peşinden düşe kalka ilerleyen Varlık Ergen, aynı zamanda duyuları birbirine karışan bir insan ve belki de bu kadar güzel yazmasının nedeni de bu. Peki başka kimdir varlık Ergen diyerek sosyal mesafe, Covid 19, maske kurallarına riayet ederek bir röportaj yaptık. Ben yaptım diye söylemiyorum harika oldu röportaj bunda Varlık’ın müthiş bir insan olmasının payı büyük. İşte sorularım ve yanıtları…
Varlık Ergen kimdir? Kendini nasıl tanımlar?
Bir devinim içinde büküldüğümü hissediyorum çoğu zaman. Farklı yerlerde farklı “Varlık” olarak nefes alıyorum. Zihnimde dönüp duran şey, durmaksızın konuşup hayaller kuruyor; ben de onların peşinden yürüyorum -düşe kalka.
Yazmaya nasıl başladın? İlk yazdığın neydi?
İlkokul yıllarımdı, “Anadolu” temalı bir şiirle başlamıştım yazmaya. Tabii bu durum, o dönemin şartlarında, akranlarım arasında çok da övünülecek bir şey değildi. Kendi kendime oto sansür uygulamaya başladım. Hayal kurmaktan alıkoyamazdım kendimi. Bu hayal dünyası öylesine sonsuzdu ki kimi zaman tanrı olduğumu görür seçtiğim sorunlara çözümler üretirdim. Gökyüzüne bakarken kendimden geçiyordum. Küçük şiir denemeleri yapıyordum ve evet henüz o dönemlerde “Astronot olmak istiyorum, eğer astronot olamazsam genetik mühendisi olacağım,” diye söylenip duruyordum. Böyle böyle yazma fikrini çoğu kez erteleyerek üniversiteye kadar geldim. Karanlık şiirler de bu dönemde doğmaya başladı.
Sana en çok ne ilham verir?
Sinestezi (birleşik duyu-duyuların birbirine karışması) diyebilirim. Çocukken herkesin benim gibi “duyuladığını” sanırdım. Günün birinde, dokuz-on yaşlarındayken, bir çocuğun sesini tarif etmek isterken “Aaa ne kadar turuncu,” demiştim ve ciddi şekilde dalga konusu olmuştum. Sonrasında kısa bir kovuşturma yaptım ve herkesin böyle hissetmediğini anladım. O yıllarda duygularıma sızan sinesteziyi ilan etmem mümkün değildi. Aslında o dönem “sinestet” olduğumun bile farkında değildim, ona isim veremiyordum. Şimdilerde en büyük olumsuzluğu “aşırı yüklenme” ismini verdiğim migren benzeri bir zorlanma durumu yaratıyor oluşu. Onun sayesinde empati duygusu yüksek bir kişiliğe sahip olduğumdan bunu perdelemeyi başaramadığım zamanlarda duyularımdan akan yoğunluğa yenik düşüyorum. Tabii tüm bunlara rağmen “yaratı” konusunda ellerimden tutan da yine sinestezi oluyor. Gecenin bir vakti Gustave Dore gibi isimlerin eserlerini internetten bulmak ve öylece izlemek ya da karanlık bir odada durmak/uyumak rahatlatıyor beni, odaklanmama yardımcı oluyor. Uzun süre müzik dinleyemediğimden bir şeyler yazdığım zamanlarda kısık sesle doom ve senfonik metal şarkıları eşlik ediyor bana. O üretme dürtüsü de böylece tetikleniyor, bana onları açığa çıkarmak kalıyor.
İlk yayınlanan kitabın Model Evren hakkında ne söylemek istersin?
Model Evren, Yapay Zekânın hüküm sürdüğü gelecekte Lucas isimli kahramanın hem kendini hem de evreni keşfetme sürecine odaklanıyor. Gördüklerini kabullenmek, yarı robot bir insan için hiç de kolay olmaz. İnsan, elini değdirdiği her şeyi kirletmiş ve kana bulandırmıştır. Sayıca az olan iyilere, direnmekten başka bir yol kalmamıştır. Lucas ile birlikte ilerlerken paralel bir dinler tarihi gözler önüne seriliyor. Alternatif tarih anlatılarını beğenenler bu bölümlerden mutlaka keyif alacaklardır. Model Evren’i “Işığı karanlığından gelen kitap, gökkuşağını karanlık dahi olsa görebiliriz. Cadılara ve sanatçılara müteşekkir olmalıyız…” diye tarif etmişti Özge Ceyhan isimli okur. İnsanlık tarihine yapılan bu tanrısal yolculukta yürekleri acıyla yanıp kavrulanları ifade eden gotik şiirlerin de bulunduğu Model Evren; düşmüşleri, karanlıkta yürüyenleri ve tüm ötekileri kucaklamaktadır. Eksikleriyle, hatalarıyla benim ilk göz ağrım o.
Nereye ulaşmaya çalışıyorsun? Hayattaki hedefin ne?
Bazı zamanlar hedeflerimden emin olamıyorum. Kendimi sıradan bir insanla kıyasladığımda duygularımın milyon kat daha güçlü olduğunu görüyorum. Bu haliyle dolup taşan duygular bir devinime düşürüyor beni. Yazmam gerekiyor, yazıyorum. Okumam gerekiyor, okuyorum. Seslendirmem gerekiyor, seslendiriyorum. Bazen de kapatıyorum kendimi. Zamanı, kendi benliğimin kölesi gibi yaşıyorum. Daha birçok şeyi “olması gerektiğini hissettiğim” için yapıyorum. Bu konu, “Özgür İrade, Gerçeklik” kavramları hakkında sorgulama yapmama sebep oluyor. Kısacası, bir tür not bırakıyorum gelecekteki ben’e.
Üzerinde çalıştığın yeni bir kitap var mı?
Sinestezi ismiyle yayımlatmayı düşündüğüm bir kitap yazdım. Papirüs döneminde birlikte çalıştığım sevgili dostum Selcan Kırnal (şimdilerde Şahsiyet Dergisi emektarı), kitabım üzerinde editöryal çalışmalar yürütmekte. Sinestezi, tıpkı Model Evren gibi dışlanmışların dünyasına götürecek okuru. “Ötekiler” diye nitelendirdiğim karakterlerimin sahip olduğu sinestetik yeti sayesinde paralel bir evrenin varlığı keşfedilecek. Kim bilir, günün birinde yaşanılası bir “aykırı” evren gerçekten de bulunabilir. “Sinestezi” üzerine yazma fikri ise yine çocukluk yıllarımdan kalma sinestetik bir dürtü sayesinde başladı. Bu “ayrıcalık” o çocuksu bilinç için adeta bir tanrı gölgesine sahip olmak demekti. Eh tabii bu yeti ile beraber gelen çeşitli sorunları da göğüslemek zorunda kaldım. Tüm o düşsel süreç, bugün yazmış olduğum Sinestezi’yi yarattı.
Hayatında iz bırakan yazarlar kimler?
Çocukken dikkatimi ilk çeken yetişkin kitapları, Uğur Mumcu’ya ve Turan Dursun’a aitti. Okumaya çalışsam da pek bir şey anlamıyordum. Sonra öldürüldükleri dönemlere şahit oldum. Derken Sivas Katliamı ve benzeri birçok vahşet yaşandı. Benim gibi çocuklar yanıtlar aramaya çalıştı durdu. Ortaokul başlarında teyzemlerin aldığı dünya klasikleri setini okumuştum. İlk roman deneyimini de onlarla tatmış oldum. Sonrasında büyüdükçe psikoloji ve felsefe ağırlıklı okumalar yaptım. Bilimkurgu edebiyatı ile epey geç tanıştım bu nedenle. Ara ara dönüp birkaç satır da olsa okuma yaptığım, okumaktan bıkmadığım, yazarlar arasında ise Orkun Uçar, Nietzsche ve PKD gibi isimler var.
Türkiye’de yeni yazarlara fırsat verildiğini düşünüyor musun?
Sadece yazarlara değil, işini hakkıyla yapmak isteyen neredeyse hiç kimseye fırsat verilmiyor diye düşünüyorum. “Fırsat Eşitliği,” tınısı çok güzel bir kavram. Hepsi bu, daha fazlası değil. Hele de sanatın bir kolunda iş yapmayı görev bilmişseniz geçmiş olsun derim. İşin stresli yolculuğuna sayısız çevresel etkenler de katılıyor ve artık büyük bir dert sahibi oluyorsunuz. Günümüzde geniş yığınlar için okumanın, sanat üretmenin bir önemi yok. “Antik kuntik işler,” diyor kalabalık bu yetimize. Öykü yazıyorum dersiniz, “Kaç para kazanıyorsun?” der. Ana dilinde yazılmış kısa bir metni dahi anlamayan milyonlar, “Boş işler bunlar,” der geçer. Bizim gibiler, sahip olduklarını tırnaklarıyla kazıyarak elde ederler. Kolay yol arayanlar, Nietzsche’nin “Pazar Yerinin Sinekleri Üzerine” yazısını okusun derim. Belki bulurlar.
Başka bir ülkede doğma şansın olsaydı nereyi seçerdin, neden?
Ne acı bir soru değil mi? Bu ülkeyi seviyorum ancak çocukluğumu düşündüğümde kırgınlıklarım başlıyor. Batı şehirlerinde öğrencisini taciz ettikleri iddia edilmiş öğretmenleri doğudaki sınıflara sürgün eden bir sistem var hatıralarımda. Ne diyebiliriz ki? İlk klasik gitarımı üniversitede alabilmiştim. Amerika’da, Avrupa’da otuz dolar etmeyecek bir mikrofon için bugün burada bin lira isteniyorsa, yine dışarıda çok düşük fiyatlarla ulaşılabilecek ikinci el bir motosiklet için ülkemizde dudak ısırtan fiyatlar isteniyorsa ne söylenebilir ki? Her konuda durum böyle; görsel sanatlarla mı uğraşıyorsunuz? Tuval ve boya masrafını karşılamakta güçlük çekersiniz. Fotoğrafçılığı mı seviyorsunuz? Ekipman alamazsınız… En uyduruk, en kötü, en işe yaramaz malzemelere tonla ödeme yaparsınız, sonra da hevesiniz kırılır, kendinize ve yeteneklerinize küsersiniz. Yıllar önce bin bir zahmetle özel gereksinimli öğrenciler için oluşturduğum müzik grubunda ritim gitar çalıp geri vokal yapıyordum. Bizden sorumlu vatandaş ise “hakkaniyet ve hassasiyet,” kelimelerini dilinden düşürmüyordu. Yirmi kadar yerde konser verdikten sonra yıldık, yeter dedik… Bu ülke, sanatı ve felsefeyi hor gördükçe bu örnekler de çoğalıp gidecek ne yazık ki. Doğal olarak gençler de Avrupa ve Amerika hayaliyle yaşayacak.
Genç yazarlara bir tavsiyen var mı?
Tavsiye verebilecek kadar birikim sahibi olduğumu düşünmüyorum. Ben zaten yolun başındayım, daha çok pişmem gerek. Ne yaptığımı sorarlarsa eğer, “Kendimi tanımak için çabalıyorum,” derim. Hobilerim, korkularım, yeteneklerim; yüzleşiyorum hepsiyle. Sonra bunları besliyorum ve gerisi geliyor, bir yol bulunuyor.
Model Evren kitabına buradan ulaşabilirsiniz.