İran’ın ilk büyük şairi ve Fars şiirinin mühendisi olarak kabul edilen Ebû Abdullâh Cafer b. Muhammed Rudekî, Avfî’ye göre IX. yüzyıl ortalarında Semerkand’ın Rudek kasabasına bağlı “Benuc” köyünde dünyaya geldi.
Gençliğinin ilk dönemlerinden itibaren hem şiirleri hem de musiki dalındaki yeteneğiyle ün kazandı. Uzun zamanlar Fars şiirinin en ünlü şairi oluşu ve bilge kişiliğiyle her zaman ön planda oldu.
Yaşadığı çağın tartışmasız en büyük şairi Rudekî Abdurrahman-i Camî’ye göre Maveraünnehirli, Devletşah’a göre
ise “Rudek”lidir. Emîn Ahmed-i Razî; Rudekî’nin, Semerkand’ın “Rudek” kasabasından, dolayısıyla da Semerkandlı olduğunu kaydeder. 4 Hulâsatu’l-eş’âr’a göre de Rudekî, Semerkandlıdır. Lutf Ali Beg Âzer ise onun Buharalı olduğunu belirtir.
Rıza Kulî Han Hidâyet, Rudekî’nin Nesef’e bağlı Rudek’te dünyaya geldiğini söyler. Ferheng-i Encümenârâ ise, Rudek’in Buhara’ya bağlı olduğunu kaydeder. Bu köy, Rûdek’in en büyük köylerinden olmasından “Benûc-i Rûdek” adıyla anılır. Yakût Hamevî, Mu’cemu’l-buldân’da bu köyden söz etmiş, Rudekî’nin burada dünyaya geldiğini belirtmiştir. Rudekî, değişik kaynaklarda bazen “Rudekî-yi Semerkandî” bazen de “Rudekî-yi Buharayî” diye
anılır.
Samanî döneminin en ünlü şairi Rudekî’nin doğum tarihi kesin olarak bilinmez ancak H. III./ M. IX. yüzyıl ortalarında dünyaya gelmiş olması güçlü bir ihtimaldir. Adı, künyesi ve nisbesi, ilk şairler tezkiresi Lubâbu’l-elbâb’da: “Ebû Abdullâh Cafer Muhammed-i Rudekî”; Çehâr Makâle’de: “Ebû Abdullah Cafer b. Muhammed-i Rûdekî”, Bezmârâ’da, “Ebû Abdullah Muhammed-i Rudekî”; Meyhâne’de, “Ebû Abdullâh Muhammed Rudekî-yi Semerkandî”; Tezkiretü’ş-şuarâ’da, “Ebû’l-Hasan-i Rudekî”; Mecmau’l-Fusahâ’da, “Ebû Abdullah/Ebû’l-Hasan Cafer b. Muhammed Rudekî”; Hulâsatu’l-eş’âr’da, “Hekîm Ebu’l-Hasan Muhammed b. Abdullah-i Rudekî” şeklindedir.
Kaynaklarda “Muhammed”, “Cafer” ve “Abdullah” adlarına rastlanır. “Ebu’l-Hasan” ve “Ebu Abdullah” künyeleriyle de bilinir. Nizamî-yi Aruzî, Avfî ve Devletşâh gibi daha eski yazarlar ile birçok şair kendisini “Üstad” nitelemesiyle anarlarken daha yeni tezkirelerde “Hekîm” diye geçer. Lubâbu’l-elbâb ve Heft İklîm’deki kayıtlara göre Rudekî “Sultanu’ş-şuara: Şairlerin Kralı” diye de anılır.
Bazıları da Rudekî’yi “Mecdüddîn” lakabıyla anarlar. Ortaya çıkışlarıyla şiirin de artık yatağına girmiş olduğu
Samanîler hanedanı döneminde sadece bir tek şairin, Rudekî’nin adı egemendi. Hayatının ilk dönemleri ve öğrenimi konusunda net bilgiler yoktur. Sekiz yaşında Kur’ân’ı bütünüyle ezberlemiş olduğu, iyi ve köklü bir öğrenim gördüğü, kıraat dersleri aldığı, aynı çağlarda şiir yazmaya başladığı kaynaklarda aktarılır.
Bazı kaynaklara göre çocukluğundan beri gözleri görmüyordu. Genç yaşlarında dikkate değer bilimsel ve edebi bir birikim elde etti. Aynı zamanda musiki dalında da önemli bir yetenek olan Rudekî, İran tarihinde musikinin öncüleri olarak kabul edilen ünlü ustalar Bârbed ve Nekisa’yı bile geride bırakacak bir musiki tekniği, bilgi ve birikimi elde etmişti. Şiirleri belagat ve fesahat örneği olan şairin klasik tezkirelerin ifadeleriyle, ne Araplar ve ne de Farslar arasında bir benzeri vardı.
Musikişinaslığının yanı sıra iyi bir icracı da olan, şiirlerinin birçoğu musiki eşliğinde okunan Rudekî’nin şiirdeki tarzı, kendisinden sonraki Fars şairlerinkinden farklıdır. Bu arada, Rudekî’nin Horasan tarzı övgü şiirinin temellerini attığı, daha sonraki çağlarda Unsurî, Muizzî ve Enverî’nin de bu tarzı devam ettirdiği unutulmamalıdır. Rudekî’nin kahramanlık şiirlerinin sadeliği de son derece dikkat çeker.
Rudekî konusunda önemli çalışmaları bulunan Abdulğanî Mirzayev ve Said Nefisî, Rudekî’nin gözlerindeki görmemenin gerekçesini, Samanî sarayında yaşanan bir ayaklanma ve şairin İsmailî akımının görüşlerine meyletmesi nedeniyle ayaklanmacılara bağlamaktadırlar. Bunun yanı sıra Avfî ve Camî, Rudekî’nin anadan doğma kör olduğunu kaydederler.
Kedkenî de Rudekî’nin şiirleri konusundaki araştırmaları sonucu du durumu onaylamaktadır. Ancak Rudekî hakkında bilgilere yer veren yazarlardan Semanî, Nizamî-yi Aruzî ve Târîh-i Sîstân’ın yazarı, böyle bir konuyu asla dile getirmezler. Firdevsî’nin Şahnâme’de Rudekî’den söz ederken kullandığı ifadelerinden şairin görme
yetisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Rudekî’nin şiirlerinden onun bir zamanlar görme yetisine sahip olduğunu gösteren işaretler çıkarılmaktadır.
Bazı eserlerde de onun hayatının sonlarına doğru görme özelliğini kaybettiği önceden görme yetisi olduğu ancak erginlik çağlarında 18 ya da yaşlılık çağlarında bu özelliğini kaybettiği aktarılır. 20 Bazılarınca, şiirlerindeki renklerle ilgili değerlendirmeleri ve nitelemeleri onun gödüğünün kanıtlarıdır.
Avfî bu konuda şunları dile getirir: “Rudekî’nin görme yetisi yoktu ancak basiretliydi. Beden gözleri kapalıydı ancak gönül gözleri alabildiğine keskin ve güçlüydü.” Onunla çağdaş olan Dakikî, Ebû Zuraa-yi Cürcanî ve Nâsır-i
Hüsrev gibi şairlerin birtakım açıklamalarından, Rudekî’nin doğuştan görme yetisi olmadığı sonucuna varılmaktadır. Ebû Hayyân-i Tevhîdî ile Ebû Alî-yi Miskeveyh’in aralarında geçen bir konuşma ve Avfî’nin rivayeti de bu durumu onaylar. Ancak bizzat şairin dizelerine aktardığı ifadelerinde, onun bir ömür boyu görme yetisinden yoksun olduğunu, hayatının sürekli karanlıklar içerisinde geçtiğini gösteren kanıtlar yoktur. Renkler dünyası onun şiirlerinde bütün boyutlarıyla eksiksiz yer alırken, soğuk yaşlılık günlerini ısıtan gençlik çağlarının aşkları ve gönül maceralarının sıcak duyguları görmeyen birinden nasıl beklenebilir?
Öte yandan dizelerindeki teşbihler, tasvirler ve diğer değerlendirmeler de onun görebildiğini kanıtlayacak düzeyde güçlü ve eşsizdir. Rudekî’nin hayatı dört ayrı devrede ele alınabilir:
1. Rudekî’nin çocukluk çağı, Semerkand’ın Rudek kasabasına bağlı Benuc köyünde doğumundan, çoğu Semerkand’da geçen gençliğine kadarki dönemdir. Çocukluk yıllarında çağın geleneklerine uygun olarak hem Kur’ân’ı ezberlemiş ve hem de şiir söylemiştir. Yine aynı yıllarda, daha sonraları sarayda işine çok yaramış olan musikiye de ilgi duymuş, bu konuda da önemli birikim edinmiş, yeteneklerini sergilemiştir.
2. Hayatının ikinci dönemi Buhara’ya göç etmesiyle başlar. Söz konusu göçün gerçek gerekçesi bilinmez. Ancak öylesine bir yeteneğin hem ad, şan ve şöhret ve hem de iyi bir iş bulmak için o şehre gitmiş olması muhtemeldir. Bazı araştırmacılara göre, Rudekî’nin Buhara’ya gidiş amacı, başkentte yoğun faaliyetlerde bulunan edebi ve bilimsel akımların hareketlerine katılmaktı. Övgü şiirlerinin yanında kahramanlık anlatılarına yer vermeyen ulusal destanlar yazması da bu kanıyı onaylamaktadır.
O çağlardaki etkin ekol taraftarları şairlerin özellikle de emirlerin yanında bulunarak İran diliyle kültürünü koruma ve geliştirip yaygınlaştırma konusuna olan ilgileri dalga dalga yayılıyordu. Bu dönem Samanî emiri Nasr b. Ahmed (salt. 301-331/914-943) yönetiminin ilk yıllarına ya da biraz sonrasına kadar sürer. Ondan önce yönetime gelen İsmail ile Ahmed b. İsmail dönemlerinde de çoğunluğun görüşüne göre Rudekî yine saray yakınında bulunmakta, saraya çok fazla girememekte, ancak ünlü vezir Belamî onu himaye etmektedir.
3. Onun, Nasr b. Ahmed sarayına girişini de yine Belamî sağlamıştır. Nasr b. Ahmed’in sarayına girmesiyle hayatının üçüncü dönemi başlar. Bu dönem şairin çok önemli rüyaları ve hayallerinin gerçekleştiği devredir. Hayatının sonraki dönemlerinde bu devreyi özlemle anar durur.
4. Hayatının dördüncü ve son dönemi sarayda gerçekleşen bir ayaklanmayla başlar. Güçlü bir ihtimalle ayaklanmacılar, sarayda hükümdarın ya da başkalarının İsmailî akımına eğilim göstermesine karşı olanlardı. Emir Nasr, veziri Belamî ve sarayın birçok önde gelen kişiliği ile ünlü şair Rudekî, İsmailiyye inanışına eğilimli kişilerdi. Ayaklanmanın gerçekleştiği 326/938 yılında Belamî birdenbire görevinden alındı. Emir Nasr, bilinmeyen bir gerekçe ve şekilde bir köşeye çekildi. Rudekî de saraydan kovuldu, ardından da doğduğu köy Benuc’a geri döndü.
Şiirlerinden de anlaşıldığı gibi uzun bir hayat yaşamış ve yaşlılıktan dolayı dişleri dökülmüştür. Gençlik günlerini, o çağlardaki güçlülüğü ve mal varlığını dizelerinde hep özlemle anmaktadır. Gençlik dönemi Buhara sarayında eğlence, mutluluk ve bolluklar içerisinde, kara gözlü güzellerle aşk ve musiki meclislerinde geçen şairin yaşlılık çağları, tam tersine sakıntılarla geçmiştir. Bahtının ters dönmesi yüzünden hayatının sonlarında sıkıntılar ve zorluklar bir türlü yakasını bırakmamış, ünlü şekvaiyye kasidesini de o günlerde kaleme almıştır:
مرا بسود و فرو ریخت هر چه دندان بود
نبود دندان، لا بل چراغ تابان بود
سپید سیم زده بود و در و مرجان بود
ستارۀ سحری بود و قطرۀ باران بود
Eridi ve döküldü bütün dişlerim
Diş değildi onlar ışıldayan lambaydı
Gümüş beyazıydı, inciydi, mercandı
Seher yıldızıydı, yağmur damlasıydı
Şiirlerinde son günlerinde yaşadığı sıkıntıları ve eski mutlu günlerine özlemini şöyle dillendirir:
بسا که مست در این خانه بودم وشادان
چنان که جاه من افزون بد از امیر و ملوک
کنون همانم و خانه همان و شهر همان
مرا نگویی کز چه شدهست شادی سوک؟
Bu sarayda nice günler sarhoş ve mutlu
yaşadım
Emirden de krallardan da üstündü makamım
Şimdi de aynıyım, ev de aynı, şehir de aynı
Bana “Neden mutluluk yasa dönüştü”
demezsin?
Yine divanındaki şu dizeler onun hayatının son demlerinde yaşlılığı, gözlerinin görmemesi ve eskiye özlemini dile
getirmektedir. Her halükârda son günlerinde, mutlu günlerinin artık geride kalmış olduğu ve bahtının tersine çevrildiği açıkça anlaşılmaktadır:
شد آن زمانه که شعرش همه جهان بنوشت
شد آن زمانه که او شاعر خراسان بود
که را بزرگی و نعمت ز این و آن بودی
مرا بزرگی و نعمت ز آل سامان بود
Şiirini bütün evrenin yazdığı devran geçti
Onun Horasan şairi olduğu zaman geçti
Birileri için ululuk ve nimet şundandı, bundandı
Benim ululuk ve varlığım Samanoğullarındandı.
Şairin ilginç maceralarla dopdolu olan hayatı, Rudek’in uzak bir köyünde başlayıp inişli yokuşlu bir seyir izleyerek aynı köyde sona ermiştir. Dikkat çekici bir gelişme de bu büyük söz ustasının öldüğü yıl (329/940) aynı bölgenin bir diğer köşesinde İran ulusal destanını yazacak olan Firdevsî’nin dünyaya gelmiş olmasıdır.
Şiirlerindeki birtakım dizelerinden anlaşıldığı kadarıyla, şair orta yaşlarından sonra evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştur. Dizelerinde yaşlılık dönemlerinde artık ne hanımının ve ne de çocuklarının bulunmadığından söz eder. Bütün bu kaybettiklerini özlemle anar.
Suzenî-yi Semerkandî ve Edîb Sâbir gibi şairlerin bazı şiirlerinden Rudekî’nin “Ayyâr” adında bir sevgilisi olduğu anlaşılmaktadır. Said Nefisî; “Ayyâr’ın, Rudekî’nin satın almış olduğu bir gulam olduğunu, onu alırken de borçlandığı ve Belamî’nin onun borcunu ödediğini” belirtir. Rudekî’nin divanında da bu konuyu hatırlatan işaretler bulunmaktadır.
Samanîler döneminde bu hanedanın en büyük emirlerinden biri olan Nasr b. Ahmed’in nedimleri arasında yer alan ve döneminin en ünlü şairi olan Rudekî bazılarınca, musiki biliminde birikimli, aynı zamanda “rud/berbat” adlı enstrümanı en iyi çalan kişilerden biri olması nedeniyle “Rudekî” mahlasıyla anılmıştır. Bazı araştırmacılara göre de onun bu mahlasla anılmasının gerekçesi, Buhara’ya bağlı “Rûdek” adlı kasabada Doğup büyümüş olmasıdır. Çok üstün bir edebiyat ve musiki zevkine sahip Rudekî, şiiriyle Fars şairlerinin en ön sırasında yer almıştır. Ancak “rud”u iyi çaldığı için bu mahlasla anıldığı doğru kabul edilemez. Çünkü iyi rud çalmasından dolayı böyle bir mahlas verilse “rudî” diye verilirdi.
Kaldı ki “rudî” de Farsça kurallarına göre doğru değildir. Çaldığı enstrümandan dolayı “Rudekî” değil doğru olarak “rudsâz”, “rudzen” ya da “rudnevâz” mahlası verilmeliydi. Şair, mahlası “Rudekî”yi günümüze gelmiş şiirlerinde sekiz yerde kullanmaktadır.
Rudekî, Emir Nasr’a, saray görevlilerine ve bürokratlara çok yakın oluşu ve onlardan aldığı hediyelerle önemli ölçüde servet biriktirmişti. Nasr b. Ahmed ile Herat’tan Buhara’ya giderken mal varlığını dört yüz deve taşımaktaydı. Bazı şairlerin aktardıkları bilgiler de bu durumu onaylamakta, ayrıca kendisi de aldığı hediyelerin miktarlarını dizelerinde yer yer aktarmaktadır.
Avfî’nin kayıtlarına göre iki yüz kölesi 35 ve dört yüz deve onun mal varlığını taşırdı. Ondan sonra hiçbir şaire böyle bir servet nasip olmamış, hiçbir şairin bahtı böylesine açık olmamıştır. 36 Elbette hayatının tamamında bu serveti ve mal varlığını koruyamadı. Yaşlılık dönemlerinde ailesinin geçimini sağlamada bile sıkıntı çekecek kadar çok yoksullaştı.
Elbette mal varlığı konusundaki bu rivayetlerin önemli bir kısmı çok abartılıdır. Ancak önemli miktarda servet sahibi olduğu kaynaklar ve çağdaşlarının da onaylamalarıyla gerçektir. Tahirîler ve Saffarîler dönemlerinde Hanzala-yi Badğisî, Firûz-i Meşrıkî ve Ebû Suleyk-i Gurganî gibi şairler Fars şiirinin ilk dönemlerinin önemli şairleri olarak bilinirlerken, Samanoğulları döneminde söz sancağı daha yücelere erişti. Bu dönemin en büyük öncü şairi Rudekî’ydi. Tertib edildiği şekliyle günümüze ulaşmasa da, Fars şairlerinden divanı olan ilk kişi Rudekî’dir.
Rudekî’nin ölüm tarihi olarak Hidâyet’in 304/917 40 yılını vermesi yanlış olmalıdır. Çünkü şair 325/937 yılında ölen Şehîd-i Belhî’nin ardından mersiye yazmıştır. Semanî, Rudekî’nin dünyaya gelmiş olduğu Benuc’ta 329/941 yılında öldüğünü aktarır.
2. İNANÇLARI VE DÜŞÜNCELERI
Rudekî şiirlerinde, bilgece düşüncelerini ve öğütleri de yoğun olarak işlemiştir. Günümüze kadar gelmiş şiirlerinden onun bu konuda ne denli yetenekli olduğu anlaşılmaktadır. Fars şairleri arasında öne çıktığı önemli konulardan biri de budur. V./XI. yüzyılın bilge şairi Nasır-i Hüsrev bir kasidesinde onunla ilgili kaleme aldığı dizelerinde onun bir “hüccet” olduğunu ve sözlerinin öğütlerle dolu olduğunu belirtir.
Rudekî’nin, İsmailî akımına eğilimli olduğu da bazı kaynaklarda aktarılır. Bu konu Nizamülmülk’ün Siyasetnâme’deki kayıtları ile de örtüşmektedir. Ona göre Rudekî’nin velinimeti Nasr b. Ahmed de İsmailîlere yakın ilgi duymaktadır.
Editörün Notu: Yazarın Dergah Yayınlarından çıkan Rudekî-yi Semerkandî Divanı’na ulaşmak için tıklayın.