Mîrimîranlık (eyalet valisi, beylerbeyi) payesi ile 1797 yılında Berlin büyükelçisi tayin edilerek Prusya Devleti’ne ilk elçi olan Giritli Ali Aziz Efendi, Muhayyelat isimli kitabının giriş kısmında, İbrani ve Süryani dillerinde bir kitap bulduğunu, Hulâsatü’l-Hayâl (Hayal Özetleri) adlı bu kitapta faydalı nasihatler olduğunu ve bunlardan bir kısmını ayıklayıp seçerek sade bir dille yazdığını ifade etmiştir.
Eserdeki hikâye ve konuların büyük ölçüde Binbir Gece Hikâyeleri’nden alındığı bilinmekte, yazarın bunları yerli ve tasavvufi şekillere kavuşturup bazı yenilikler yaptığı kabul edilmektedir.
Orijinal ismi Muhayyelat-ı Ledünni-i İlahî-i Giridî Ali Aziz Efendi (Giritli Ali Aziz Efendi’nin İlahî Sırlara Ait Hayalleri) olan ve kısaca Muhayyelat-ı Aziz Efendi veya Muhayyelat şeklinde anılan eserde büyük ölçüde geleneksel hikâye tarzından yararlanılmıştır. Maceralı hikâyelerin art arda geldiği bu eserde bazen hikâye içinde hikâye geçtiği için okur için ufak bir sıkıntı söz konusu olsa da aslında bu özelliği eseri romana yaklaştırmaktadır.
Cin, peri, büyü, tayy-ı zaman, tayy-ı mekân unsurlarıyla âdeta bir masal havası taşıyan ve zaman zaman hayal ile gerçeğin karıştığı bu fantastik eserde olağanüstü tesadüfler, tılsımlar, ifritler, dervişler, şehzadeler, şahlar, şah kızları sık sık karşımıza çıkar.
Muhayyelat’ın, yazıldığı devirde çok okunmasında elbette matbaanın etkisi söz konusudur. Muallim Naci’nin, Naci ismini eserdeki Naci Billah’tan aldığı sanılmakta, Ahmed Midhat Efendi’nin Çengi adlı romanında aklını cinler ve perilerle bozan kahramanına bol bol Muhayyelat okuttuğu bilinmektedir. Bu da Muhayyelat’ın Tanzimat yazarlarını birçok bakımdan etkilemiş bir eser olduğunu göstermektedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ebu Ali Sina hikâyesinde büyüyü, simya adıyla o kadar kolayca mubahın içine almasaydı bu hikâye bizim eski kültürümüzün Faust hikâyesi olabilirdi.” değerlendirmesinde bulunur (19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s. 26).
Muhayyelat (Hayaller), yazarın “Hayal” adını verdiği birbirinden bağımsız üç büyük bölümden meydana gelir.Birinci Hayal’de, kadınların vefasız olduğunu düşündüğü için evlenmek istemeyen Kamercan adındaki şehzadenin birçok macera yaşadıktan sonra Çin şahının güzel kızı ile evlenmesi anlatılır. Bundan sonraki hikâyeler, Kamercan’ın oğulları Şehzade Asil ve Şehzade Nesil etrafında gelişir.
İkinci Hayal’de, Ebu Ali Sina’nın Cevad’ı manevi evlat olarak alıp ilim ve marifet yolunda yetiştirmesi anlatılır. İkinci bölümün başkahramanının Cevad olduğu söylenebilir. Bu bölümdeki çoğu hikâyenin kurmacası onun etrafında döner ve hikâyelerde insan-ı kâmil olmak için sırrı açıklamamak, nefsine hâkim olmak gerektiği vurgulanır. Cevad sayesinde okur zayirçe, cifr ve simya ilminin gizemleriyle tanışır.
Üçüncü Hayal’de ise tamamen tasavvufi aşk konusu ele alınır. Şeyh İzzeddin Mısır hükümdarı Naci Billah’a, önce mecazi aşkı yaşatır, daha sonra onu hakiki aşka ulaştırır. Başlangıçta tasavvufa ve şeyhlere düşman olan Naci Billah hayal âleminde yaşadıklarının etkisiyle şeyhliğe kadar yükselir ve şeyhine her bakımdan destek olur.
Aziz Efendi’nin Bektaşiliğe yakın bir tarikata mensup olduğu ve bir şeyhe olan saygısı hikâyelerden de anlaşılmaktadır. İkinci Hayal’de acemi Bektaşi dervişi Cevad’ın olağanüstü başarıları ve Üçüncü Hayal’de “Şeyh İzzeddin”e sonsuz kudret, keramet nispet etmesi tarikat mensubu olduğunu düşündürmektedir.
Hikâyelerin çoğu görünüşte bir aşk hikâyesidir. Bu vesile kılınarak akıl, ahlak, din, tasavvuf, aile, dostluk, arkadaşlık,
vefakârlık, dürüstlük, sözünde durma, namus gibi çok değişik erdemler ön plana çıkarılmakta, kıskançlık, sır saklayamama, dedikodu gibi duyguların yanlışlığı kıssadan hisse tarzında verilmektedir. Değişik zaman ve mekânlarda geçmekle beraber büyük ölçüde 18. yüzyıl İstanbul’undan ve saray hayatından izler taşıyan eserde dikkat çekici bir yönde hikâye kahramanları çoğu zaman şah, vezir, şehzade, kraliçe vb. olduğu hâlde gerçek tarihî şahsiyet olarak sadece Harunürreşid, veziri Cafer ve hanımı Zübeyde’nin bulunmasıdır.
Muhayyelat’ta özellikle tasvirlerdeki ağır, süslü dile rağmen, konuşma bölümlerinde sade bir dil bulunduğu söylenebilir. Masalsı anlatımıyla ve içerisindeki simya ilmi ve tasavvuf terimleriyle maalesef orijinal hâlini okuyup anlamamız pek mümkün olmadığı için eserin sadeleştirilmesi yoluna gidilmiştir. Bu yapılırken devrin kültürünü yansıtan bazı kelimeler değiştirilmemiş ve dipnot olarak açıklaması verilmiştir. Eserin üslubuna çok fazla müdahale edilmemiş, bu da yer yer günümüz okuyucusuna tuhaf gelebilecek ifadelerin bulunmasına yol açmıştır.
Muhayyelat, Aziz Efendi’nin olağanüstü güçler, hurufilik, simya, cifr, büyü, mistik âlem ve gerçek hayattan aldığı olaylarla kendi hayatından da izler taşıyan iç içe hikâyeler şeklinde yazılan farklı bir eserdir. Tanzimat roman ve hikâyesine zemin hazırlayan eserler arasındaki önemi dolayısıyla Türk Klasikleri arasında farklı bir yere sahip olduğu söylenebilir. Muhayyelat Türk edebiyatında çağdaş hikâyeciliğe geçişin ilk örneği sayılır.
Kaynak: Bilge Kültür Sanat tarafından Basılan Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelat isimli kitabının sadeleştirmesini yapan Osman Sevim’in Sunuş’undan alınmıştır.