ABD’deki Southwest Araştırma Enstitüsü’nden gezegenbilimci Alan Stern, dünya dışı yaşam arayışında en çok umut vaat eden bölgelerin, yeraltındaki okyanuslar olduğunu öne sürdü. Bilim insanına göre buralarda bulunabilecek uzaylılar, fiziksel ortamın zorlukları yüzünden insanlarla iletişim kuramamış olabilir.
Gezegenbilimci, yeraltı okyanuslarına sahip gök cisimlerinin, uzayın geri kalan kısmında da yaygın olabileceğini düşünüyor. Bu da yaşanabilir koşulların düşünüldüğünden daha fazla gezegende var olduğu anlamına geliyor.
Güneş Sistemi’nde yeraltı okyanuslarıyla öne çıkan birkaç gök cismi bulunuyor: Jüpiter’in uydusu Europa ve Satürn’ün uyduları Titan’la Enceladus. Bilim insanları bu tür cisimlerin diğer yıldız sistemlerinde de yaygın olduğuna inanıyor.
Yüzey okyanuslarının bulunduğu Dünya gibi gezegenlerin, yaşanabilir olması için etrafında döndükleri yıldızların yakınında bulunması gerekiyor. Ancak yaşamın, yıldızlarından çok daha uzaktaki donmuş cisimlerin derinliklerinde var olması mümkün. Bu da galakside tespit edilebilecek yaşanabilir cisim sayısını büyük ölçüde artırıyor.
Konuyla ilgili makalesini 15 ve 19 Mart arasında sanal ortamda düzenlenen 52. Ay ve Gezegen Bilimi Konferansı’nda (Lunar and Planetary Science Conference) sunan Stern, şu ifadeleri kullandı:
Bu okyanuslar ana yıldızlarından çok uzakta var olabiliyor. Bu nedenle ‘yaşanabilir’ kavramını büyük ölçüde genişletiyor.
Dış yüzeylerinde okyanus barındıran gezegenler; göktaşlarıyla kuyruklu yıldız çarpmaları, radyasyon yayan yıldız parlamaları veya yakınlarda meydana gelen süpernova patlamaları gibi yaşamı tehdit eden birçok olaya maruz kalıyor.
Zira uzmanlara göre Dünya, yaşamın direnebilmesi açısından “şanslı” bir gezegen. 4,5 milyar yıllık yaşamında süpernova dışında neredeyse tüm varoluşsal tehditlerden kurtuldu. Örneğin henüz oluşum aşamasında bir diğer gezegenle çarpıştı ve yaşamın büyük kısmını dinozorlarla birlikte yok eden göktaşına direndi.
İşte bu nedenle Stern, Dünya gibi gezegenlerin çok nadir olduğunu düşünüyor. Yeraltı okyanuslarına sahip gökcisimleri ise bu tür tehditlere karşı daha dayanıklı. Çünkü bunlar okyanuslarını kaplayan ve kalınlıkları onlarca kilometreyi bulan bir buz veya kaya örtüsüyle korunuyor.
Bu gezegenler çevresel istikrar açısından daha uygundur. Kendi atmosferlerinden, yıldızlarından, yıldız sistemlerinden veya galaksisinden gelecek tehditlere maruz kalma olasılıkları Dünya gibi gezegenlerden azdır.
Bilim insanı ayrıca bu tür gezegenlerde kurulabilecek uygarlıkların, ünlü Fermi Paradoksu’nun da cevabı olduğunu öne sürüyor. 1960’ların başında Nobel Ödüllü Enrico Fermi’nin ortaya attığı bu paradoks, evrende yaşamın yaygın olduğu fikrini, “Öyleyse neden hala dışarıda yaşam bulamadık?” diye sorguluyor.
Öte yandan Stern’e göre bu tür gezegenlerdeki olası zeki canlılar, yaşam arayışında kullanılan tüm tekniklerden “gizlenebilir”. Zira bu tür yaratıklar, yanlarında su taşımaları gerekeceği için şimdiye dek uzay uçuşuna girişememiş olabilir. Ayrıca söz konusu gezegenlere ulaşacak herhangi bir teknolojik sinyalin yüzeydeki koruma kalkanını aşması da mümkün olmayabilir.
“Yaşam için istikrarlı ortamlar yaratan aynı koruyucu tabaka, yaşam formlarının kolayca tespit edilmesini de engeller” diyen Stern, sözlerine şöyle devam ediyor:
Gezegenbilimciler artık şaşırmayı alışkanlık haline getirdi. Çünkü kendilerini sürekli Güneş Sistemi’nde görülmeyen gezegen türlerini gözlemlerken buluyorlar.
Oralarda birçok farklı canlı türü olabilir. Gözlerimizi açık tutmalı ve beklenmeyeni beklemeliyiz.