William Shakespeare’den Dersler; Pandemi Döneminde Mizahla Ayakta Kalmak

William Shakespeare’in kendi dönemindeki salgını açık açık dramatize ettiği bir eseri olmadığı bir gerçek.


Veba, Shakespeare dönemi Londra’sını tıpkı bizim yakın dönemde yaşadığımız veba benzeri salgın gibi paramparça etmişti. Bu veba başkentin nüfusunu tekrarlayan salgınlarla yok etmiş ve 2020’de aşina olduğumuz kamusal alanların kapatılması gibi sert önlemleri beraberinde getirmişti. Ama dünya çapındaki bütün tiyatrolarda (tabi Shakespeare Globe tiyatrosu dahil) perdelerin süresiz olarak kapatılmış olmasına rağmen, tüm dünya haddinden fazla gerçekçi bir trajedi sahnesine dönüşmüş durumda ki bu trajediyi bireysel kayıplar ve özlemler ve politik çatışmalar ve öfke oluşturmakta.

Yine de Shakespeare’in bir oyununu bizzat izleyeceğimiz zaman üzerine az da olsa kafa yorabiliriz. Bu kafa karıştırıcı zamanlarda, onun eserleri nerdeyse eskisinden bile daha önemli, alakalı ve aydınlatıcı görünüyor. Shakespear’in kendi dönemindeki salgını açık açık dramatize ettiği bir eseri olmadığı bir gerçek, belki de tiyatroyu duvarların arkasındaki acı ve üzüntünün bir hatırlatıcısı olmaktan ziyade bütün bunlardan bir kaçış olarak görüyordu.

Mercutio’nun gazap dolu laneti dışında tabi. “ İkinizin de hanelerine veba musallat olsun,” salgın sözcüğünün kendisi son derece itidalli ama etkili bir biçimde kullanılmıştı.

Atinalı Timon’da hükümdar generali Alcibiades’e “gezegensel bir veba gibi ol.” talimatını verir, Kral Lear ise kendi adını taşıyan, 1606 yılında tiyatroların kapandığı zamanda bir yazılan oyunda her zaman için uygun gibi görünen şekilde “böylesi salgın zamanlarında deli adamlar körlerin başına geçer.” der.

Yine de ilginç bir şekilde, salgın bir endişe kaynağı olarak kullanılmaktan ziyade bir komedi unsuru olarak kendisine yer edinir. 12. Gece’de Olivia şakacı bir biçimde Viola’ya olan aşkını salgınla bir tutarak “ insan ancak vebaya bu kadar çabuk tutulur.” diye ifade eder. Böylesi ince bir mizah, hayatlarını örten görünmez tehdidi yeniden kavramsallaştıracağı ve sırlarını açıklığa kavuşturacağı için Elizabeth dönemi izleyicilerinden bilindik kahkahaları toplamıştır.

Bizim gibi oyunları bugün okuyanlar için ise bu satır, aynı kahkaha tınısını yaratmaktan fazlası olarak aynı zamanda acımızı altüst etmemiz ve korkularımızı azaltmamız için bize bir öğretici olur. Ancak Shakespeare’nin oyunundan alınan bu parçanın ölümsüzlüğü, kusursuz bir şekilde ifade edilmiş evrenselliğinden çok ifade biçiminin özgünlüğüne dayanır.

Onun eserleri hiçbir zaman insanları mükemmelen sınıflandırmayı veya izleyicilerine kuralcı bir şekilde nasıl düşüneceklerini veya hissedeceklerini söylemeyi amaçlamadı. Aksine, onu çağlar boyunca payidar kılan, ortak yönlerimizi olduğu kadar bizi tanımlayan duyguların ve fikirlerin çokluğunu savunduğu bir gerçeğidir. Dört yüzyıl sonra bugün, pandemiye doğrudan atıfta bulunmayan metinlerinde bile, içinde bulunduğumuz kriz ortamında ayaklarımızı yere sağlam bastırması ve olaylara bir mantık çerçevesinden bakabilmemizi sağlaması için hala onun oyunlarına güvenebiliriz.

Hiçbir yazar, insan deneyimlerinin ve duygularının derinliklerini ve çeşitlilikleri daha iyi anlatamadı. İçinde yaşadığımız bu yeni, Covid tarafından yönetilen dünyanın yarattığı duygu karmaşasıyla baş etmeye çalışırken, rehberlik için yüzümüzü Shakespeare’e dönmekten kimseye zarar gelmez.

Örneğin, Macbeth’in acımasız vahşetinin içinde bile, üzüntümüzde bizi harekete geçiren, acımızı ifade etmeye ve paylaşmaya teşvik eden çizgiler bulabiliriz. Karısı ve çocuklarının öldürüldüğünü öğrendiği mektubu aldığında, Malcolm’un Macduff’a ettiği bilgece ve samimi sözler; “ Kederli sözler edin; konuşmayan keder, kaygılı kalplere fısıldar ve kırılmalarını emreder.” kesinlikle zamansız bir öğüttür, özellikle de arkadaşlarımızdan ve ailelerimizden ayrıldığımız ve duygularımızı kendimize saklamaya daha yatkın olduğumuz bu yıl düşünüldüğünde.

Çok özlenen sevdiklerimize duyduğumuz özlemle dolduğumuzda, teselliyi kederli soneler veya belki de edebiyat tarihinin aşk acısından muzdarip en meşhur karakteri Juliet’in arkadaşlığında bulabiliriz.

Yakınlarımızla yeniden bir araya geleceğimiz vakte kadar olan günleri, haftaları, saatleri sayarken, kendimizi tıpkı onun şu sözleri ederkenki hali gibi zamana daha hızlı geçmesi için yalvarırken bulabiliriz. “ Dörtnala koşun ey ateş ayaklı küheylanlar,… Gel gece, gel Romeo, gel sen gecemin gündüzü , çünkü gecenin kanatları üstünde sen, kuzgunun sırtına henüz düşen kardan daha ak görünürsün. ”

Ancak bildiğiniz gibi yalnızca 13 yaşında olmasından dolayı sahip olduğu dürtüsellik ve zamanın büyüleyici temposuna karşı olan tez canlılığı onun trajedisine sebep olmuştu, bu sebeple bizler sabrımızı korumak için yapılan uyarıya kulak verirsek akıllılık etmiş oluruz.

Elbette, daha hafif yürekli kaçışlar arayacağımız zamanlar ya da mevcut karanlığı yarıp geçmek için akıl dolu umutlar olacak. Ne de olsa Shakespeare bir antitez ustasıydı, trajedi ve tarihin yanı sıra romantizm ve farsı da ustaca kullanırdı.

Yine de Shakespeare alıntılarının günlük dozu yalnızca iç gözlemimizi körüklemekle kalmaz, bizi kendimizin dışına bakmaya ve hayatın sunduğu sonsuz çeşitliliği gözlemlemeye teşvik eder. “Yarın, ve yarın, ve yarın bu küçük hızda günden güne sürünmekte.”

Kaynak LitHub