Bizde birkaç sahifeden fazla yazı okumağa tahammülü olmayan bir “yarı münevver” zümresi vardır. Bunlar ruhları hasta, iradeleri gevşek, kafalarını bir nokta üzerinde uzunca bir zaman tutmak kabiliyetinden mahrum birtakım psikopatlardır. Bu tip insanların kafası hayatın bütün ciddi meseleleriyle alâkalarını kaybettiği için hiçbir şey onları sahiden sarsmaz. Bir çocuk tecessüsü ile her şeye şöyle bir dokunurlar ve derhal daha ne olduğunu anlamadan bırakırlar… Kütleşmiş ve hassaslığını kaybetmiş alâkalarını bir an uyandırmak için daima başka şeylere muhtaçtırlar. Konuşmaları bile böyledir. Fevkalâde merakla sordukları bir şeyin cevabını dinlerken zihinleri avuçlarının içinden gidiverir, daha siz üçüncü cümleyi söylemeden o, mevzunuzdan şaşılacak kadar uzaklardadır. Ne dediğinizin farkında bile olmadan size, bütün o zavallı saflığı ile, kendisine yeni hediye edilen bir tablodan, dün falanca ile ettiği kavgadan veya maaşına hâlâ zam yapılmadığından bahsediverir.
Ömürlerinde asla bir fikir sahibi olmayacak kadar ruhları tembeldir, bugün şu fikir, yarın öteki fikir kırpıntısını beraberlerinde gezdirmek suretiyle münevver insan olduklarını kendilerine isbata kalkarlar. On dakika içinde maddî ve manevî her çeşitten en aşağı on mevzua dokunup geçtiklerini görmek insana adetâ dehşet verir. Bir meseleyi başından alıp sonuna kadar götüremeyecek derecede uyuşuk oldukları ve “ideophobie” diyebileceğimiz bir nevi “fikrî faaliyetten korkma” illetine tutulmuş bulundukları için yanlarında her hâdise hakkında hazır birer hüküm reçetesi taşırlar… Bahis mevzuu olan birçok meseleler için düşünmeye lüzum kalmadan ortaya sürülebilecek selahiyetli kararları vardır ve bunlar üzerinde asla münakaşa kabul etmezler. Her türlü itirazı, yine dağarcıkta hazır olarak bulundukları bir bayat nükte, istihfaf dolu bir hayret pozu ile önlerler.
“Yarı münevverler” arasında salgın bir halde bulunan bu hastalığın malûllerine her zaman, her yerde rastlarız. Öylelerini görürsünüz ki, rikkat uyandıracak kadar samimî, rahat; karşısındakine önünü ilikletecek kadar az mütevazi tavırlarla, meselâ bir romancının yanına sokulurlar, ellerini onu himaye ve siyanetleri altına alır gibi omzuna korlar, “Kardeşim, hikâyelerini çok beğeniyorum!.. Fakat ne diye romana başladın? Romanda muvaffak olamıyorsun… Tekrar hikâyeye dön!” derler. Romancı bu irşadlara tabiî teşekkür eder, fakat aradan birkaç gün gibi az bir zaman geçince herhangi bir romanındaki bir kahramanın herhangi bir hareketi hakkında onunla konuşmağa kalkar, o zaman iki gün evvelki sözlerini pek çabuk unutan hazin dost: “Ha, vallahi ben senin o romanını aldım, ama daha okumadım” veya “Kusura bakma kardeşim, sen o romanı bana vermişsin ama, falanca aldı, bir daha da getirmedi” der ve birkaç gün fasıla ile o muharririn romanlarının hiçbirini okumadığını meydana vuruverir.
O zaman bu hazin dostun neden hikâye yazmayı tavsiye ettiğini düşünürüz: Nasılsa tatlı canını sıkıntıya sokmuş, şundan bundan, şu veya bu yazarın adını duyduğu için birkaç kısa hikâye okumuştur. Bu yazılar hakkında, yine şundan bundan duyduğu şeylere dayanarak muharrir hakkında belki de müsbet bir hüküm vermiştir. Ve büyük bir tevveccüh göstererek onu okumanın bir münevver için lâzım olduğuna kanidir. Fakat psikopatlığı beş on sahifelik hikâyelerden daha uzununu okumasına imkân vermediği için daha uzun şeyler yazılmasına muhaliftir. Bu mesele üzerinde kendisiyle biraz daha açık konuşacak olsanız derhal saygısızlığı ele alarak: “Kardeşim, ne yapayım, kitabını aldım, baştan beş on sahife okudum, beni sıktı. Demek kendini okutamıyorsun, kabahat sende!” diyecektir. Onun için sözü kısa kesmek daha iyi olur.
Bu gibiler arasında yazı yazmağa merakı olanlar da vardır. Ellerine kalem, önlerine kâğıt alıp saatlerce, günlerce, senelerce oturup düşünmeği akıllarına bile getiremeyecekleri için, şöyle ayda yılda bir iki, üç sahife keramet yumurtlarlar. Kesik kesik cümleler, sık sık değişen ibarelerle bir düşünceden öbürüne atlarlar. Hattâ daha çok mizaçlarına uyduğu için şiir yazmayı tercih ederler. Bir esrar perdesi arkasına saklanmış muazzam bir hiçlikten başka bir şey olmayan manzumeleri vardır. Kendilerine benzeyenler arasında sadık takdirkârlar bulurlar. Karanlık boşluklarının içinde dünyalar saklı olduğunu zannettirecek mühim edalar takınırlar. Herhangi bir gün, herhangi bir sebeple manâsı anlaşılır, alelâde bir şey yazmağa mecbur olacakları zamana kadar acizlerini, zavallı boşluklarını belli etmemeğe muvaffak oldukları da vakidir.
Sabahattin Ali – Yurt ve Dünya, (23), Haziran 1943