Londra Middlesex Üniversitesi Sosyoloji Profesörü ve Birleşmiş Milletler politik yozlaşma ve organize suç da dahil – danışmanı Vincenzo Ruggiero, Edebiyat ve Suç-Sapma ve Kurmaca Sosyolojisi kitabında kurmacayı sosyolojik anlamın iletilmesinde ve kriminolojik çözümlemenin derinleştirilmesinde bir araç olarak kullanıyor.
Ruggiero’nun suç ve suç denetimi konularını bazı klasik edebiyat eserlerini okuyarak ele aldığı kitabı bir edebiyat eleştirisi değil. Klasik romanlara bir sosyoloğun bakışı.
Kitap Dostoyevski’nin Cinler’i ve Camus’nün Doğrular’ındaki siyasi şiddet kavramını inceleyerek başlıyor. Cinler’de suç Hristiyanlıktan kopma, bir yandan da ahlaki çılgınlık ve sara hastalığıyla ilişkilendiriliyor. Kitapta bu bağlamda Dr. Cesare Lombroso’nun siyasal suçluları saralı olarak çözümlemesine ilişkin paralel bir tartışmayla da karşılaşıyoruz.
Entelektüel gelişiminin bir durağında Rusya’daki ilerici akımları sorgulayan ve Yunan Ortodoks Kilisesi’nin savunduğu şekliyle yeniden doğuma olan inancını açıklayan Dostoyevski’nin bu hali, hayli kişisel ifadesini Cinler adlı yapıtında bulur.
Yapıt, Moskova menşeyli tutucu aylık dergi Russian Messenger’da yayımlanır. Dostoyevski, Moskova’da genç bir öğrencinin öldürülmesinin ardından yürütülen soruşturmada devrimci bir komplo izlerine rastlanması üzerine cinayetin resmi raporunu yakından takip eder ve Cinler’in izleğini düpedüz buna odaklar.
HOŞNUTSUZ DOSTOYEVSKİ
Cinler’de aristokrasi ve devrimcileri bir araya getiren Dostoyevski, hoşnutsuzluğunu yapıtında mevzu devrimci kişilik Verhovensky’yi daha çok bir serseri olarak işleyerek belirginleştirir. Hatta bu kadarla da yetinmez ve diğer devrimcileri de devrimsel hareketin amacını iyice silikleştirerek birer karikatürden ibaret hale getirir.
Dostoyevski Rusya’nın hayali düşmanlarına karşı beslediği tiksintiyi karanlık tonlarda kuşkusuz ehilce resmeder. Ona göre, Avrupa siyasi bir çılgınlığın pençesindedir ve devrimciler bir cehennem vodvilindeki aktörlerden farkızdırlar. Bu devrimcilere sıkı bir örnek de sunar: Stavrogin’.
Erkek güzeli’ Stavrogin onun için örnek bir iblistir, kafası allak bullak bir serseri mayındır. Mutlak kötülüğün afyon etkisindedir. Davasını önce heyecanla savunur sonra buna hayret verici bir dönüşüm geçirerek kayıtsızlaşır, tam da Dostoyevski’nin olmasını arzu ettiği bir omurgasızdır.
Ayrıca marjinal bir yaşam sürmektedir, ait olduğu güruh, çevre, serbest düşünce, ahlaksız ve Allahsızlığın kaynağıdır, dejenere, hinoğlu hin, anarşist, dinsiz imansız, zındıktır!
Dostoyevski dozu gitgide artan sert yüklenişini, mevzu güruha yer yer liberal ılımlı’ gevezelikler ettirerek törpüler.
Dostoyevski’nin Pyotr Stepanoviç’ine gelince Avrupa’daki örgüt yönetiminden emirler aldığını söyleyerek kentte bir beşli’ grup kurmuştur. Grubun üyeleri kendilerini gizlilik içinde yürütülen hücre sisteminin yüzlerce parçasından biri sanarken, aslında Stepanoviç’in ütopik düşüncesinin kukla uygulayıcılarından öte değildirler.
Stepanoviç’in fikri geniş çaplı bir ihtilalle Rusya’daki yönetimi ele geçirmek, bunu yaparken de yok edecekleri tanrının yerine bir başka ikonu, Stravrogin’i getirmektir. Kentte yapacakları ise bu geniş çaplı ihtilalin yalnızca bir provasıdır. Suç derinleşmeye ve serpilmeye nasıl da teşnedir, Dostoyevski bu hissi duyumsatır da duyumsatır…
LOMBROSO’DAN İNCİLER
Yazının girişinde özetle değindiğimiz Dr. Cesare Lombroso’ya göre siyasi suçlular büyük bir şey uğruna acı çekme ihtiyacı duyan bireylerdir, isteri kurbanıdırlar. Ve bu da sık sık aşırı özgecilikle birleşen aşırı bir benlikçilikle kendini gösterir, bunun yalnızca ahlaki çılgınlığın bir türevi’ olduğunu kanıtlar.
Ancak Vincenzo Ruggiero’ya göre Cinler, insan siyasi şiddeti bireysel patoloji ya da doğuştan gelen uyumsuzluğa bağlayan bazı dağınık Lombroso’cu savlardan çok daha fazlasını içerir. Aslında ‘beşli’ daha geniş bir toplumsal bağlamda konuşlanır ve çevresi siyasi karışıklıkla kuşatılır.
Romanda alt sınıftan her türlü birey mevcuttur ve Dostoyevski onlara duyduğu nefreti gizlemez. Ancak bu kimselerin yani huzursuz ve sabırsız ‘ayaktakımı’nın geçiş dönemlerinde ayaklanıp durduğu savına da tam destek vererek yadsımaz.
Cinler’de ‘beşli’nin çöküşüne de dramatik bir resim çiziktirir Dostoyevski. Beşli’nin sonunu içlerinden biri getirir, dönek ‘Lamşin’ karakteri önce intihara kalkışır, beceremez sonra dizleri üstünde sürünerek, yerlerde yuvarlanarak, yalım yalım yalvararak polise gider, zavallılaşır, küçülür, küçülür… Dostoyevski’nin suç kavramını izleğindeki enstrümanlarından biri kılarak sara hastalığı ile bileştirme azminin sonucu olarak dönek Lamşin’in yüzü çarpılıverir…
Dostoyevski romanında kendi siyasi ve felsefi görüşlerinde yaşadığı değişimi yansıtır; dine dönüşüne ‘alt tabaka’nın, ‘ayaktakımı’nın ve onlara liderlik eden liberaller’e duyduğu kinci reddiye eşlik eder.
CAMUS’NÜN DEVRİMCİLERİ
Edebiyat ve Suç’un ilk bölümünde incelenen ikinci yapıt ise Albert Camus’nün, Dostoyevski’nin Cinler’inden uyarladığı yapıtı ‘Doğrular’. İlk kez 1959’da sergilenen oyun, Moskova’daki devrimci bir grubun tarafından örgütlenen, Çar’ın amcası Grandük Sergey’in öldürüldüğü bombalı suikastı anlatır.
Siyasal çatışmalar, terör, kişilik çatışmaları, çelişkilerin bütünüdür ‘Doğrular’. Ayrıca Camus’nün devrimcilerine de yakın plandır. Camus’nün devrimcileri yasadışı şiddeti güvenle kullanırlar çünkü bu şiddet yalnızca yasama sürecinin denetimini elinde tutan gruplarca yasadışı nitelendirilir.
Fakat Camus, çatışma kuramına ince ayrıntılar ekler. Körlük, fanatizm tutkunu, mecnunu devrimcileri onaylamaz. İnsan sıcaklığı taşımayan ve bireyleri özgürleştirmeye hizmet etmek yerine sonunda hapsedip sömüren fikirlere kuşkuyla yaklaşır.
Camus, tarihten ders alınmasını salık verendir. Ve tarihsel kaçınılmazlık duygusunun esinlendirdiği devrimler, yenilenlerden ‘cezalandırma hakkı’nı miras alırlar, bunu dinsel bir kisveye vererek evrenin merkezine cezayı yerleştirirler. İnsanları suçlu, tarihi masum konumuna koyan bir doktrin benimserler’ diyendir.
Edebiyat ve Suç’un ikinci bölümünde, Miguel de Cervantes’in Rinconete ve Cortadillo, John Gay’in The Beggar’s Opera’sı (Dilenci Operası) ve Bertolt Brecht’in Üç Kuruşluk Operası’na ilişkin çözümlemeleri çerçevesinde ‘yoksunluk kökenli suç’a yaklaşımlarını inceliyor Ruggiero.
Cervantes, Gay ve Brecht’in profesyonel suçla örgütlü suçu birbirine karıştırmadıkları yönündeki yorumunu karşılaştırmalı değerlendirmelerle ortaya koyuyor. Zira söz konusu üç yapıtta da düzenli suç örgütleriyle bağımsız suçlular arasındaki gerilimler ile bu gerilimlerin birbirlerinin yasadışı seçimlerini nasıl etkilediğine dikkat çekildiğinin görüldüğünü irdeliyor.
CERVANTES ELİNİ KESECEKTİ!
Gerçekten de örgütlü suça afili bir örnek teşkil eden Cervantes’in Rinconete ve Cortadillo’su 17. yüzyılda bir şehrin yeraltı dünyasına ilişkin tarihsel bir o kadar da gerçekçi bir anlatımdır. Cervantes’in farklı ulusların yaşadığı, yoz yöneticilerin elinde debelenen Seville şehrini yırtıcı tasviri, şehrin toplumsal yapısını, yasadışılığın bir meslek dalı, hırsızlığın ise sanat gibi görüldüğü ve icra edildiği sokakları nasıl iyi gözlemlediğinin hatta yakından tanıdığının da göstergesidir.
Yapıtında da örgütlü, organize suçun afili bir örneği hırsızlar kardeşliği’ yürürlüktedir, yankesiciler, sokak hokkabazları, soyguncular, çapulcular hiyerarşik bir düzende başrahip yardımcısı ve birkaç konsül önderliğinde yönetilir.
Cervantes, kardeşliğin üyelerini farklı alt kültürleri hakkında soru işareti bırakmayacak şekilde ayrıntısıyla anlatır. Biçeminin koreografisinde betim betim üstünedir… Seville’in renkli ve zalim dünyasının karakterleri pala bıyıklarından, geniş kenarlı şapkalarına, valona biçimi yakalıklı, renkli çorapları ve büyük gösterişli dizbağlarına, kabadayı suretlerindeki her bir mimiğe değin kımıl kımıl çizilidir.
Sonra raconlar tabi… Suçu dengeli ve düzen içinde işleten o yasa tanımazların yasası raconlar… Cervantes’in Rinconete ve Cortadillo’sunun tadındaki tuz… Cervantes suçu olumlar, suçu teşvik eder şekilde romantize etmeye kesinlikle meyletmez, ‘ibret’ duygusu isabetli göndermelerle biçeminde yerini bulur. Hatta bu nedenledir ki hikayelerine ‘örnek alınacak’ adını vermiştir.
Hatta bu hikayelerin onları okuyanı herhangi bir surette kötü bir arzuya veya düşünceye özendireceğini bilse, hikayeleri halkın önüne çıkartmaktansa onları yazmış olan elini kesmeyi tercih edeceğini söylemiştir. Vincenzo Ruggiero’nun şu düşüncesine katılmamak mümkün mü: ‘O el yerinde kaldığı için talihliyiz.’
EDEBİYAT VE UYUŞTURUCU
Edebiyat ve Suç’un üçüncü bölümü, Charles Baudelaire’in Yapma Cennetler’i ile Jack London’ın üzerinde odaklanıyor. ‘Yasal ve Yasadışı Uyuşturucular: Baudelaire ve London’ adlı bölümde bu iki yazara geçmeden önce önemli bir anımsatma yapılıyor. Sanatsal esin ve uyuşturucu kullanımının tartışmalı yakınlığına ilişkin bu anımsatma edebiyatta uyuşturucunun tarihinin hangi yapıta dayandığıyla ilgili.
Ruggiero’ya göre bu yapıt ‘afyon’un bizzat mağduru Thomas de Quincey’nin 1822 tarihli yapıtı Bir İngiliz Afyon Tiryakisinin İtirafları’dır. De Quincey’e göre afyon üst üste gelen olaylar ve duyguların karıştığı bir parşömen üzerindeymiş gibi beynimizi etkiler. Maddenin kullanımı bu hislerin ölü değil de yalnızca uykuda olduğunu kanıtlar.
Uyuşturucu kullanımının edebi üretkenliği teşvik ettiği fikri 19. yüzyıl boyunca yaygın bir düşünceydi. Öğreniriz ki Honoré de Balzac, afyonun zaman yolculuğu yaptırdığını vurgulamıştır meselâ.
Edgar Allen Poe, ilk defa 1938’de yayınlanan ve isimsiz bir anlatıcı ile güzel ve kuzgun saçlı eşi hakkındaki öyküsü Ligeia’da kadının güzelliğini bir afyon düşünün parlaklığıyla bileştirir.
Poe, korku türünde yazdığı, ilk defa 1835’te Southern Literary Messenger’da yayınlanan, Kuzini Berenice ile evlenmeye hazırlanan Egaeus adında bir adam hakkındaki kısa öyküsü Berenice’ de kendi müptelalığıyla sert bir tezat görür. Ruhun ve bedenin acılı yolculuğuna kapılır.
Alexandre Dumas afyon kullandığında nasıl düşlerin gerçek, gerçeklerin ise düş olduğunu açıklar ve der ki: ‘Bu nedenle içiciler ve yazarlar iyi yaşamak ve büyük sanat eserleri ortaya koyabilmek istiyorlarsa gerçeklikten sonuna kadar vazgeçmek zorundadırlar.’
Charles Dickens, afyonu yerin dibine batıranlardandır ve afyon yapıtlarında da şiddet suçuyla özdeştir. Bir Mystery of Edwin Drood’da (Edward Drood’un Gizemi) afyon içimin katilin şeytani davranışlarının bir parçasıdır ve müptelalık derin bir sapkınlıkla özdeştir.
Vincenzo Ruggiero’nun, sürekli duyuların yeniden düzenlenmesine yöneliş arayışını sürdürdüğünü belirttiği Arthur Rimbaud’a ilişkin kanısı ise, Rimbaud’un bu arayışta sık sık afyondan destek almış olduğudur.
SHERLOCK HOLMES
Freud kokaini yalnızca tıp çevreleri için her derde deva bir madde olarak değil, aynı zamanda çok çalışan kişiler için uygun bir uyarıcı, daha doğal bir benliği ortaya çıkaran bir madde olarak tanımlar. Hatta bir dinamometre kullanarak kokainin kas gücü üzerindeki etkisini bile ölçer ve belirgin bir artış olduğunu görür.
Sir Arthur Conan Doyle’un ünlü hayali dedektifi Sherlock Holmes’un da böyle bir analizi hayata geçirdiğini biliyor muydunuz? Nedeni açıktır: Holmes daha doğrusu Doyle, yapıtında Dr. Watson’a paylaşmayı önerdiği kokaini aşkın bir uyarıcı ve zihin açıcı olarak görmektedir.
EDEBİYAT SUÇ MUDUR?
Kitabın bundan sonrasında Emile Zola’nın Nana’sına odaklanırken kadın ve suç kavramlarının irdelenmesinin yanı sıra feminist kriminolojiye giriş dersi kıvamında bir inceleme sunuyor Ruggiero. Ardından James Baldwin’in Blues for Mister Charlie (Bay Charlie için Blues) ile Richard Wright’ın Native Son’daki (Yörenin Çocuğu) suç ve şiddetin önemli bir kaynağı ırkçılık tartışmaya açılıyor.
Derken geleneksel suçların analizine bir ara verip beyaz yakalıların ve güçlülerin, iktidar sahiplerinin işlediği suç türleri çözümleniyor. Ticari suçlara yakın plan yapıyor.
Herman Melville’in epik Moby Dick’ini sanayi, çalışma koşulları, kar ve idareyi aynı anda hem yadsımayan, gereklilik gibi sanki gören hem de düpedüz suçlayan bir alegori olarak ortaya koyuyor.
Thomas Mann’ın romanı Confessions of Felix Krull, Confidence Man’de (Felix Krull Adlı Dolandırıcının İtirafları), suçlu hayatların kökenini derine inerek, psikoloji hayli ön planda tutarak anlamayı amaçlıyor Ruggiero.
Mark Twain’in Hadleyburg’ü Yozlaştıran Adam’ adlı öyküsü bağlamında, siyasi ve idari yozlaşma kuramlarının ayrımında irade olgusunu açıklıyor.
Kitabın sonuna yaklaşan incelemelerde ise suçlu tam anlamıyla ne ekerse onu biçiyor. Zira Octave Mirbeau’nun İşkence Bahçesi ve Victor Hugo’nun Sefiller’inden bölümler incelenerek ağır ceza, ıslah, caydırma, lağv, indirim dahil cezai felsefelerine yol alınıyor.
Vincenzo Ruggiero’nun, suça iştirak eden (!) edebiyatı değerlendirdiği kitabı Edebiyat ve Suç’un finalinde ise tema Alessandro Manzoni’nin Stroia della colonna infame’si (İnfame Sütunun Hikayesi). Bir veba salgınının perde arkasında dönen dolaplar sözün son konusu. Ve ahlak-ahlaksızlık arasındaki o ince çizgi…
Edebiyat ve Suç – Sapma ve Kurmaca Sosyolojisi / Vincenzo Ruggiero / Çeviren: Berna Kılınçer / Everest Yayınları / 252 s.
KAYNAK: Gamze Akdemir