Genellikle diziler ilk birkaç bölümünde her zaman gelecek vaad ediyor. Bunda emeğe saygı anlayışının yanında yeni yapım yeni macera anlamına geldiği için önyargılı davranmamaya heyecanı yaşatmaya çalışmak yatıyor. O nedenle dizileri hemen birkaç bölümden sonra yazmaya çalışıyorum. Yazacağım olumsuz düşüncelerin diziyi izlemek isteyenleri etkilemesini istemediğimden… Çünkü bu tür yapımlara herkesin bakış açısı da farklı beklentisi de. Peki biz ne bekliyoruz diye sorarsak bu en başta yapımın kendi iddiasına sadık kalması. Gelelim Jupiter’s Legacy’ye…
Netflix’in Mark Millar’dan gelen süper kahraman destanı “Jupiter’s Legacy”, 90 yıl boyunca süper güçlü insanlardan oluşan birden fazla nesli kapsıyor. Kadroda bulunan isimler arasında Josh Duhamel (Ütopyalı), Leslie Bibb (Lady Liberty), Ben Daniels, Elena Kampouris, Andrew Horton, Mike Wade ve Matt Lanter yer alıyor.
Destansı süper kahraman draması, yeni nesil süper kahramanlar yükselirken, aile, güç ve sadakatin karmaşık dinamiklerini irdeliyor. Gişe rekorları kıran Kingsman ve The Legacy filmlerinin çizgi roman yazarı Millar, 2013’te sanatçı Frank Quitely’le Jupiter’s Legacy çizgi romanlarına başladı. Dizinin yürütücü yapımcıları arasında Mark Millar, Frank Quitely, Lorenzo Di Bonaventura, Dan McDermott, Steven S. DeKnight, James Middleton ve Sang Kyu Kim var.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan sekiz bölümlük ilk sezon, Millar’ın genişleyen çizgi roman öyküsünün yalnızca yüzeyini çiziyor. Bunun nedeni büyük ölçüde The Union’ı oluşturan, yakında süper güçlü olacak arkadaşların kökenini izlemeye adanmış olması.
Çöküşle başlıyor
The Union 1929’daki borsa çöküşüyle başlayan ve uzaylıların kendilerine özel yetenekler verdiği gizemli bir adaya yolculuk yapan bir grup insandan oluşuyor. Günümüzde çoğunlukla The Union’a odaklanan çizgi romanların sadece çok küçük bir parçası bunu işliyor. Değişen bir dünya ve ebeveynlerinin ideallerine ayak uydurmak için mücadele eden çocuklar dizinin odağında. Dizide özellikle babasının mkanlarıyla varlık içinde yaşayan küçük kızın hezeyanları izlenilesi:) Tabi elbette bir süper kahramanın özellkle de Ütopyalı’nın evladı olmadığımızdan anlayamadık. Bizim babalar da bize göre süper kahramandı o da ayrı:)
TV versiyonu her iki hikayeyi de eşzamanlı olarak anlatıyor. Tıpkı The Godfather Part II’de olduğu gibi. Millar bu durumu; “Orijinal dizi sorumlusu Steven DeKnight’ın önerdiği, gerçekten mükemmel bir fikir olduğunu düşündüğüm şey, 1929’da başlayıp kronolojik olarak koşmak yerine, geriye ve ileriye gitme şeklindeki ‘The Godfather Part II’ yapısını kullanmaktı. Michael Corleone ve Vito Corleone’nin hikayesi aynı anda anlatılıyor. Filmin yapısı, baba ve oğlu aynı yaşta gösteriyor ve bu, aynı yaştaki genç karakterleri ve eski karakterleri göstermek için burada yapılanla aynı şey.” diye anlatıyor.
Millar, gelecek sezonların nasıl olabileceğine dair, aynı ikili zaman çizelgesi yapısını korumaya önem göstereceklerini söyledi. Bu sebeple “Jupiter’s Circle”, 1950’lerde ve 60’larda gerçekleşen ve The Union’ın ilk günlerine denk gelen 12 sayılık bir çizgi roman anlatısı olarak muhtemelen diziye dahil edilecek.
Öldürmeme kuralı
Dediğimiz gibi film sadece bir süper kahraman filmi değil. Dizi; sadakat, ailevi bağlar, güç, kapitalizm, etik kaygılar ve bunların toplumsal sonuçları gibi konulara kafa yoruyor. Örneğin The Union isimli grubun ilkelerinden biri olan “öldürmeme” ilkesi üzerinden ilk iki bölümde sarsıcı diyaloglar var. The Union kötüleri öldürmek yerine hapsediyor ve bu toplumda ve grup içinde rahatsızlık yaratmaya başlıyor. Eski ve yeni kuşak arasındaki çatışma da buradan yürüyecek gibi. Zira ilk bölümde The Union en büyük kötülerden birine karşı savaşırken üç üyesini kaybediyor buna rağmen öldürmeme kuralının geçerli tutulmaya çalışılması kırılma noktalarından biri oluyor. Tabi biz öyle sanıyoruz. Senaristler bazen ilk bölümlerdeki iddialarını sürdürmüyorlar ve bu da fazlasıyla sinir bozucu olabiliyor.
Dizide pekçok sarsıcı, dikkat çeken sahne var; tabi bana göre… Başkası buraları hatırlamaz bile. Dediğimiz gibi beklentiler farklı olabiliyor. Neyi işlersen işle okuyucuya dokunan sahneler olmasa bu tür yapımların ne anlamı kalır ki…
Yine spoiler vermemeye çalışarak; dizinin en sarsıcı sahnelerinden biri (bana göre tabi) bir gazeteci ile Ütopyalı arasında geçen diyalog. Ütopyalı “Kapitalizmin ölümü” manşetini atan gazeteciye ateş püskürürken şunları söylüyor;
“Çok çarpıcı bir manşet.
Bana bakın sizi kokuşmuş Marksistler
Bu bina kapitalizm sayesinde var.
Evleriniz arabalarınız onun sayesinde.
Bu ülkeyi dünyanın en iyi ülkesi yapan her şeyi inşaa eden çelik babamın eseri.
Ya sen ne yapıyorsun?
Sen ne katkıda bulunuyorsun?
Kağıt ve mürekkebin arkasına sığınıp onu bunu ayıplayarak iyi bir adamın itibarını ayaklar altına alıyorsun.
Babam iyi bir adamdı.
Ya sen, ne yarattın?
Amerika’ya nasıl katkıda bulundun?
kendinden utan!
Hepiniz utanın…”
Ve yine Ütopyalı başka bir dramatik sahnede (yine hangi şartlarda olduğunu söylemeden) şunları söylüyor:
“Birini anca onu kaybedince tanıyorsunuz.
Anca o zaman perde kalkıyor. Sizi bir arada tutan gerçekleri görmekten alıkoyan yalanlar…”
Hiçbir fikri olmayanlar bu yazdıklarımdan ne anlar bilemiyorum. Dediğim gibi spoiler vermeden yazmak zor. İlk iki bölüm itibariyle merak uyandıran ilgi çeken dizi üçüncü bölümde tabiri caizse ergen dramasına dönmüş gibi duruyor. böyle devam etmeyebilir tabi. Son dönem süper kahramanlara köklü bir geçmiş yazan yapımların beğeni topladığından hareketle bu dizinin de sevilmesi muhtemel. Özetle dikkat çeken bir iddiası felsefesi olan bir yapım. Bakalım başka neler olacak…