Çirkinim.
Tüm kudretli kavramlar, nesneler devrilir, tüm güzelliklerin son kullanma tarihi bir gün dolar. Ama çirkinler ve zayıflar hep olanca gücüyle, hiç yara almadan devam ederler. Onları fark etmeyen her şey heybet kazandırır aslında. Diyorum. Heybet kazandırmasına dahi gerek yok. Nitekim heybet de bir güzellik kavramı değil mi agalarım? Diyorum.
Bir güzelliğin kurbanı olarak, kozmetik sunaklarına, ideal bedende bekleyişlere ömür boyu adaklar adamak yerine, çirkin ol ve kurtul. Sadece kahveni yudumlarken büyük hesapların yok olmasını seyret. Diyorum.
Göğsünü kabartanların, başı dik olanların bedenleri bir kasvettir. Çünkü her odaya önce o güzel bedenleri servis etmeleri gerekir. Çirkinler ve bitiklerin sayfanın ortasından başladıklarına onlar bedenlerini sokamazlar. Diyorum.
Çirkinler cips yiyerek alkış tutuyorlar. Sivilceliler, göbekli olanlar, konuşmaya cesareti olmayanlar alkış tutuyorlar. Çirkinlerin yerlerinde buluşuyoruz. Yani benim işlettiğim Haka Dansı kursunda. Önce dillerimizi dışarı çıkararak, sert hareketlerle kolumuzu kolumuza vurarak, garip sesler çıkararak enerjimizi atıyoruz. Sonra mutluluğun zorbalığına, güzellik çabalarına küfürler savurarak evlerimize dağılıyoruz. Bir gün yine tüm öfkem ve çirkinliğimle dükkanı kapatmaya çalışırken içeri biri girdi. Nefesini bir şeyleri yarım bırakmış gibi alıp veriyordu. Çok güzeldi lanet olsun.
Akabinde birden kasıklardaki çok kısa tüylere değen peçetenin volta atışı ve peçetenin haşır haşır ayak sesleri vuku buldu. Ben ilk doğduğum bedenime ceketimi geçirip, pencereyi hafif aralayarak, hafif loş, hafif de ferahlamış sokak ışığının rehberliğiyle bir sigara yaktım. Düşünsene bunu ilk bedenimle yapıyorum. Fakat bende her konfor peşisıra bir hüzün de getiriyor.
Büyük bir vicdan azabı ve üzüntüyle sigaramı söndürüp, salonun ortasında Haka Dansı yapmaya başladım. Tüm çirkinlere ihanet etmiştim. Kız yine bir şeyleri yarım bırakmış gibi nefes alıyordu. Bu sefer anlayabiliyordum yarım bıraktığı şeyi. Benim için her şey tastamamdı oysa ki. Vicdanım dışında.
Derhal gitmelisin 45 saniyelik bir yokoluş bıraktın bünyemde. Seni burada görmemeleri lazım. Ben dostlarıma ihanet ettim. Diyorum. Kız “hayır” manasında kafasını sallıyor.
Mekandaki bütün ışıkları kapattım. Onun hikayesini anlamak için başka hiçbir şey girmemeliydi araya. Anlattı. Kuzey Kore’deymiş. Kaçmış. Yüzmüş. Yürümüş. Peki dünyanın en güzel kızı olduğunu biliyor muydun? Dedim. Bunu ilk kez benden duyduğunu söyledi. Burada yaşaması için evlendim. Dünyanın en güzel kızı yaşamak için benim evliliğime ihtiyaç duydu.
Büyük kavgalar neticesinde Haka Dansı Kursu kisvesiyle faaliyet gösteren çirkinler kampının kapısına kilit vurdum. Her şeyimi sattım. Evli olduğumuza tam manasıyla emin olmak için ev aldık, araba aldık, çekyat aldık, espresso makinesi aldık, masa lambası aldık, sehpa, nevresim takımı…
Daha sonra onu kadının tapılması gereken bir varlık olduğuna ikna ettiler. Ayrılmak istedi. Anlaşmalı olarak boşanacaktık. Türk Medeni Kanunu gereğince almış olduğumuz her şeyi ikiye böldük. O güzelliğinin avantajlarıyla birlikte her şeyimin yarısını aldı. Ben ise çirkinliğimle kalakaldım.
Türk Medeni Kanunu gereğince, aynı zamanda yarısını vereceğim şeyler arasında, bir kolum, bir kulağım, tek bacağımı, böbreğimin bir tanesini de yer alıyordu. Organlarımın ve bedenimin yarısını verince çirkinliğim bir nebze azaldı. Sonra her ay nafaka nevinden kalbimin kararmış tarafını, ciğerlerimin yanık yanını, aşağılanmış karakterimi de verdim. İyice yok olmuştu çirkinliğim. Bir nehir kenarında çok az organ, çok az karakter, düşük çirkinlikle hep aybaşını bekledim. Nafaka beni derviş etmişti birnevi. Amma velakin haka dansı yapamıyordum. Bu bende üzüntü meydana getiriyordu. Fakat bir işte tam manasıyla ustalaşmak için o işi hiç yapmadan o işi çok iyi yapmak gerekir. İma yoluyla, gözlerimle haka dansı yapmaya başladım. Bir nehir kenarında her ay biraz daha azalarak yıllarca kaldım. Ruhum aşırı suların kenarında, bedenim ve çirkinliğim olmaksızın haka dansı yapmaya devam ediyor.