‘Dünyanın Kasım’a Görünüşü’, tüm dünyanın bir insanın derdine kör kalışının romanı. Kasım, oğlu Cengiz’i elektrikçinin yanında çalışıyor biliyor, ancak Cengiz örgüt üyesi olmuş, yeraltından işler çeviriyormuş. Ellerinde telsizlerle evi basan polislerden öğreniyorlar oğullarının ne işe bulaştığını baba Kasım ile anne Nurcan. O hapisteyken haber alıyorlar oğullarının örgüt üyesi olduğunu ve Güzey’e gitmek üzere planlar kurduğunu. Güzey neresi, tam olarak ne yana düşüyor bilmiyoruz ama bildiğimiz bir tek şey var ki anne-babası Cengiz’den bir daha haber alamayacak, yazmadıkları dilekçe, görüşmedikleri yetkili kalmasa da dünya dertlerine kör kalacak.
Oğullarının hapse girmesinden sonra çıkan dedikodularla bir de işsiz kalan Kasım, bir yakınlarının vasıtasıyla inşaatta çalışmak için karısı Nurcan ile beraber İstanbul’un kenarındaki bir semt olan Cevizli’ye gidecek ama tabii derdi de peşi sıra onunla…
‘Dünyanın Kasım’a Görünüşü’, faili meçhuller, kayıplar, suçunun ne olduğu bile bilinmeyenlerin ülkesinde hemen her gün karşılaştığımız ve çok yakından tanıdığımız insanların romanı.
Gözünü açıp bakan; derdinden sinip küçülmüş, hakkını aramaktan yorulmuş, dünyadan elini eteğini çekip içine kapanmış, gönlü gibi yüzü de kararmış milyonlarca Kasım görebilir etrafta. Tabii, elbet sırası gelir gözünü kapayanın da…
Sema Aslan, duru dili, insanlık halini numarasızca anlatan özenli üslubu ve okuru yakalayıveren kurgusuyla bir çırpıda okunan bir roman yazmış ama ağızda bıraktığı acımtırak tat baki.
Sema Aslan
İletişim Yayınları, 2021
124 sayfa, 24.50 TL.
Kitaptan…
Müdürlüğe, Yüksek Huzura,
Belki bugüne değin anlamadınız ama, daha önce de söylediğim gibi, bizim kimseye borcumuz, kimseye kastımız da yok. Kendi yaşayışımızdayız. Hâl böyleyken, şimdi sen, bizim gibi böyle kendi dalında duran bir ailenin çocuğu olan Cengiz Uzun için diyorsun ki, Cengiz Uzun arsızlık etti, hakkı olmayan bir toprağa girmeye kalktı. Nasıl olabilir? Memleketin bütün toprağı çökmeyi bekliyormuş. Hangi zamana doğduk biz, bilmem ki. Bir volkan varmış, seksen-seksen beş senede bir alev saçarmış, bakın, seksen yıl dolmuş. Bir toprak varmış, yüz senede bir aniden çökermiş, bakın, yüz sene dolmuş. Bir bulut varmış, yağmur damlalarını yirmi senede bir misket taneleri misali şehrin üstüne fırlatırmış, bakın, yirmi sene dolmuş. Nasıl bir zamana düşmüşüz biz babam? Aklım gidip geliyor sanki. En son dilekçemi ne zaman yazdım, hatırıma gelmedi. Gardiyana sordum, o da affedersin, mal gibi baktı suratıma. Çocuklar yemiyor, içmiyor. Sabahtan akşama aklımız fikrimiz sizin duvarlarda. Düşün, Devlet evlatlarını kaybedecek olsa, çok affedersin, kabız olmuş gibi elleri böyle koynunda kıvranıp durmaz mıydı? Göz görüyor, kulak işitiyor. Ellerimiz koynumuzda, kıvranıp duruyoruz ne zamandır.
İzninle.
Kasım Uzun