Dünya üzerinde sekiz milyar insanız. Bir çok ortak noktamız, iki gözümüz , bir burnumuz, üzerinde
durduğumuz iki bacağımız ve bir o kadar da farklılıklarımız var. Kimimiz siyah kimimiz beyaz ; kimimiz
mavi gözlü kimimiz kahve. Lafa gelince de eşitiz, aynı haklara sahibiz. Bu eşitliğin ne kadar uygulandığını
kendi ülkemden ayrılıp göçmen statüsüne geçtiğimde kavramaya başladım.
2021 yılında bir Türk vatandaşı olarak ülkemin gidişatını fark etmemle kendi geleceğim için Belçika’ya taşınmak durumunda kaldım ki günümüz Türkiyesi’ne bakıldığında çok da yanlış bir karar vermediğimi üzülerek fark ettim. Buraya gelişimin ikinci yılında sokaklarda, otobüslerde, okullarda insanları gözlemledikçe pek de yalnız
olmadığımı anladım. Dünyanın her yerinden göç alan bu ülkede her ne kadar eşitlik ve barış politikası
uygulansa da her gün gördüğüm o insanların yüz çizgilerine sirayet etmiş o yorgunluktan durumun
aslında hiç de eşit olmadığını anlamak zor değildi
Sarı saçları, güneşsizlikten bembeyaz tenleriyle şansın içine doğmuş, hayatlarının hiç bir
kademesinde zorlanmamış “Avrupalıları” yüzlerindeki huzur için suçlayamayız çünkü bizim aksimize
sıkıntısız işleyen bir sistem kurmayı başarmışlardır. Peki, annesinin eteğine saklanan Afrikalı küçük kızın,
Saatlerce çalıştırıldıktan sonra evine dönmeye çalışan işçi amcanın, kendi dillerini bağırarak konuşup
çevreye rahatsızlık verdiklerini fark edemeyen Afgan çocukların yüzlerindeki yaşanmışlık için kimi
suçlamalıyız. İçinde bulundukları toplumdan farklı olmanın verdiği hissi ,yaşıtları sanat spor
kurslarındayken botlarla uçaklarla ülkelerini terk etmenin nasıl olduğunu, çevresindeki herkes farklı bir dili
konuşurken anlaşılmaya çalışmayı çoğumuz hiç bir zaman anlayamayacak belki.
Fakat ülkeleri diktatörler tarafından sömürülürken göç etme durumunda kalanların bakışlarındaki yorgunluğu
görmemezlikten gelemeyiz. Kağıt üzerinde eşit haklara sahip denilen iki çocuktan birinin savaşa, kıtlığa
diğerinin akademilere sanat okullarına doğmasının sorumluları bundan on yıl sonra dünyada bile
olmadığında gelecek nesiller onların kurduğu düzenin kurbanı olarak batının güçlü ülkelerine sığınmak
durumunda kalacaklar ve tek suçları Avrupa’da veya Amerika’da değil Afrika’da Asya’da doğmalarıyken.
Kısaca eşitlik barış dediğimiz terimler aslında ülkelerin başındakilerin kendi çıkarları için harcadığı
hayatların başka coğrafyalarda tutunmaya çalışırken edindiği hakların birer güzellemesidir. Tarih boyunca
böyle gelmiş. Güç sahibinin altında ezilen insan toplulukları ve onlara yalandan kucak açan doğuştan
şanslılar. İşte dünya düzeni :Güç ve göç.