Sosyal medya yüzünden okur ile yazar arasındaki mesafe çok azaldı. Bunun yazar açısından olumlu ve olumsuz sonuçları nedir? Öncelikle biraz geriye gitmeliyiz, elektrik öncesi çağa…
Bir zamanlar evinizde bir müzik aleti çalan yoksa müzik dinleyemez, radyo dinleyemez, televizyon izleyemezdiniz. Sinema yoktu. Gezici tiyatro kumpanyaları belki kasabanıza gelirdi. Duvarlarınıza ressamların tablolarını asabilirdiniz. Keyifli zaman geçirebilmek için edinebileceğiniz en ucuz sanat ürünü kitaplardı. (Gerçi matbaa öncesi kitaplar birkaç yüz altına satılırdı, kişisel bir kütüphaneye krallar ya da çok zenginler sahip olabilirdi.) O çağda romanlar zamanın sineması, yazarlar da sinema yıldızları gibiydi. Önemli şairler yeni bir şiir yazdığında, yazarlar yeni bir roman bitirdiğinde sinema galası gibi okuma toplantısı yapılırdı. Yazarlar efsane gibiydi. Hakkında bir şey öğrenmeniz, bir fotoğrafına bile ulaşmanız çok zordu. Bir yazar gizeminden bahsedebilirdik.
(2017 yapımı The Bookshop filminde kitaplara yazarların fotoğrafının konulmasından nefret eden bir kitapsever vardı. Zira ona göre yazarlar sadece o eserlerin yazılmasına aracı kılınan insanlardı. Bu anlayışı eski İngiltere’de şu şekilde görebiliyoruz: yazarlar romanlarını bir yerde mektuplar veya yazılar bulmuş, biri anlatmış veya duymuş gibi yazmak zorundaydılar. Zira kendileri yazmış gibi olursa bu yaratıcılığa girerdi. Bu da yasaktı. Kilise ve yasalarla başları belaya girerdi. Zira yaratıcılık tanrıya ait bir özellikti. Yasaktan sıyrılmak için kullanılan bir stildi. İlginç bir bilgi vermek gerekirse o dönemlerde kitap sırtına ismini yazdıran ilk yazar “Alice in Wonderland”ın yazarı Lewis Caroll’dur.)
Zamanla teknoloji gelişti, modern dünyada yazar ile okur arasındaki mesafe giderek azaldı. Sosyal medya ile neredeyse yok oldu. Sosyal medya yazar için gerçekten cehennemdir. Türkiye’de bazı yazarların sosyal medya hesabına ihtiyacı olmaz. Mesela Orhan Pamuk. Dünya’da ise Neil Gaiman, J.K. Rowling, Stephen King gibi çok satan yazarların sosyal medya hesapları var, bazılarının hesaplarını da PR elemanları yönetir. Sosyal medyanın yararları şudur: Kitaplarınızın hedef kitlesine rahatça ulaşabilirsiniz. Yeni kitabınızı, röportajınızı, imza ve söyleşi organizasyonlarınızı haber verebilirsiniz. Zararı ise yazar-okur arasındaki mesafeyi kaldırmasıdır…
Okur-yazar ilişkisini en iyi 1001 Gece Masalları’nda görürüz. Şehrazat gün ışıdığında öldürülmemek için her gece Şehriyar’a en meraklı yerinde yarıda bir masal anlatır. Yani her okur yazarın bir Şehriyar’ıdır; iyi yazamazsanız onun için artık ölmüşsünüzdür. Ama sosyal medya söz konusu olduğunda artık işin içine kişiliğiniz, görüşleriniz, paylaşımlarınız da girmiştir.
Yazarın kişisel paylaşımları, politik görüşleri okurun hoşuna gitmeyebilir. Örneğin J.K. Rowling’in paylaşımları nedeniyle ondan soğuyan okurlarla ilgili haberler vardı.
Okurunuz attığınız yüz tweet’te sizinle aynı fikirdedir ama bir tweet ile görüşleriniz uyuşmaz; “Bütün kitaplarınızı evimden atacağım, sizi asla okumayacağım,” yazabilir. (Ne kadar az iletişim, o kadar az sorun.)
Aradaki mesafenin kalkması okurun yazarı, kitabı alınacak biri olarak görmemesine neden olabilir. Örneğin Facebook’ta aktif paylaşım yapan bir yazar var, çok arkadaş sahibi. Her paylaşımının altına onlarca yorum oluyor. Yeni kitap paylaşımına da beğeni yağıyor ama şundan şikayet ediyor:
“Kitabım beğeni sayısı kadar satmıyor, daha da garibi kitabımı alanlar daha çok Facebook arkadaşım olmayanlar.”
Stephen King’i ele alalım. Usta yazar twitter’ı yoğun kullanıyor, bazen seyrettiği dizi, kitap ve filmlere değiniyor. Ama sosyal medya yüzünden şöyle bir geri dönüş alabiliyor: “Dizi seyredeceğine otur yaz.”
Öyle okurlar var ki sosyal medyada yazardan hesap sorabiliyor, şunu yaz diye emir verebiliyor. Stephen King yazar ile okur arasındaki ilişkinin tehlikeleri üzerine “Misery” adlı bir roman yazmıştı. Orada hayranının eline düşen bir yazar onun istediği romanı yazmak zorunda kalıyordu. O bir romandı ama Arthur Conan Doyle, bazısı ölüm tehdidine kadar varan okur tepkileri nedeniyle Sherlock Holmes’u ölümden geri getirmek zorunda kalmıştı. (Sherlock Holmes’i geri getirmesi için kraliyet ailesinden de yazılı bir not almıştı.)
Eğer Tanrı yaralı bir halde yarattıklarının arasına düşse başına ne gelirdi? Sosyal medyayı belli oranda kullanmak iyidir ama tencere-tava pazarlamacısı gibi davranmak
kötüdür. Bütün sakıncalarına rağmen kariyerinin başındaki bir yazar için potansiyel okurlarına ulaşmak için sosyal medya en iyi yoldur. Ama sosyal medyayı sadece kitaplarının reklamı için de kullanamaz.
Sosyal medya ayrıca şu sıkıntıları getirir; sizinle temas kuranların çoğunlukla istekleri vardır: YAZAR YAYINEVİDİR: “Kitap yollar mısınız?” Bazıları yazarları yayınevi zanneder. Sürekli okulların kütüphanelerine kitap istekleri veya okurlardan imzalı kitap gönderir misiniz istekleri gelir. Oysa yazarlar sözleşme gereği kendi kitaplarından birkaç adet alır, yani ellerinde o kadar çok hediye edecek kitap yoktur. YAZAR EDİTÖRDÜR: “Kitap yazdım okur musunuz?” Bazıları yazarları editör zanneder. Okumak, düzeltmek, hatta basmak zorundasınızdır. “Hayır,” derseniz bozulurlar, küserler. Oysa gönderilen bir dosyayı okumak yasal açıdan çok sıkıntılıdır: Fikir hırsızlığı ile suçlanmanıza yol açabilir. Bir dosya gönderirler, okursunuz, beğenmezsiniz. Yazar adayı kitabını bastıramaz ama sizin belki beş, belki on yıl sonra yazdığınız bir kitabın, kendi kitabına benzediği evhamına kapılır. İşte o zaman alırsınız başınıza belayı. YAZAR AJANS VEYA MENAJERDİR: “Kitap yazdım yayınevi bulur musunuz, basar mısınız?”
Bazıları yazarları, yazar ajansı, yayınevi sahibi gibi görür. Siz onun kitabına yayınevi bulmak zorundasınızdır. Yazar-okur arasındaki ilişki söz konusu olduğunda, “hayranı olunan kişiyle tanışmak çoğu zaman hayal kırıklığı ile sonuçlanır” kuralını unutmamak lazım.