H.P. Lovecraft: Deliliğin Dağlarında

20 Ağustos 1890’da Amerika’da doğmuş olan yazar Howard Phillips Lovecraft, yazmış olduğu onlarca kurgu ve felsefi eserin ötesinde “korku ve fantazya” alanlarında öncülük ettiği için tanınmaktadır. Özellikle 1926 yılında yazdığı korku romanı The Call of Cthulhu ile bu türün öncüleri arasına girmiştir.


20 Ağustos 1890’da Amerika’da doğmuş olan yazar Howard Phillips Lovecraft, yazmış olduğu onlarca kurgu ve felsefi eserin ötesinde “korku ve fantazya” alanlarında öncülük ettiği için tanınmaktadır. Özellikle 1926 yılında yazdığı korku romanı The Call of Cthulhu ile bu türün öncüleri arasına girmiştir. Edebiyatta gotik ve korku türlerinin doğmasına ve sürdürülmesine Edgar Allen Poe kadar katkıda bulunmuştur. Günümüzde onun eserlerinin de etkisiyle yukarıda adı geçen türler edebiyat ve sinema dünyasında hatırı sayılır bir kitle elde etmeyi başarmıştır. “Deliliğin Dağlarında” isimli bu eser, İthaki Yayınları’nın Karanlık Kitaplık serisinden çıkmıştır. 136 sayfalık kitap, Barış E. Alkım’ın başarılı çevirisiyle dilimize kazandırılmıştır.

 Deliliğin Dağlarında, Lovecraft’ın en çok sözü edilen eserlerinden birisidir. Yazıldığı dönem (1931) düşünüldüğünde gerek bilimkurgusal öğeler gerekse de fantastik öğeler bakımından zengin ve özgüveni yüksek bir eser olarak dikkat çekmektedir. Miscatonik Üniversitesi akademisyenlerinden oluşan araştırma ekibi Güney Kutup Bölgesinde bir araştırma başlatırlar ve araştırma süreci zamanla bir keşfe ve ölüm kalım mücadelesine dönüşür. Lovecraft’ın üzerinde uzun uzun düşündüğü ve çalıştığı bu eserde sabitlediği gerilim ve yer yer aksiyon temposunu aşağılara düşürmeden ilerletmeyi başardığı görülüyor. Dönemin şartlarından bağımsız bakıldığında coğrafi ve teknolojik konularda yetersiz ve tutarsız birtakım anlatılara sahip olsa da eserin kendi içinde anlamlı bir bütünlüğe sahip olduğu görülmektedir.

Korku ve fantazya türüne alışkın olanları dahi şaşkınlık içinde bırakacak kadar profesyonel olay örgüsüne sahip olan roman, samimi bir anlatıcının sesi ile ilerliyor. Bu ses zaman zaman okuru içinden çıkması mümkün olmayan bir hayal dünyasına davet ediyor. Örneğin sayfa 74’ten bir bölüme daha yakından bakacak olursak, yazarın tasvir ve betimleme konusunda ne kadar iyi olduğunu göstermek istercesine adeta tüm yeteneğini gözler önüne serdiğine şahit oluyoruz.

“Arabesk süsler, kalınlığı hava şartlarının hışmına uğramamış duvarlarda iki buçuk ila beş santimetre arasında değişen oyulmuş hatlardan meydana gelmişti. Üzerinde nokta kümeler olan kabartma heykeller görüldüğünde –belli ki bilinmeyen, ezeli bir dilde ve alfabede yazılmış kitabelerdi bunlar- pürüzsüz yüzeydeki derinliği belki üç buçuk santimetreydi, noktalar ise bir buçuk santimetre kadar daha derindeydi.”

Anlatıcı ile devam eden yolculuğumuz birtakım kötü şansları da beraberinde getirirken akademisyenlerden oluşan ekip ayrı düşmek zorunda kalıyor. Milyonlarca yıl öncesinden günümüze seslenen tarihi yapılar Lovecraft’ın detaylı tasvirleri ile bizleri yeni bir dünyaya davet ediyor. Yukarıdaki alıntıdan da görüleceği üzere 136 sayfalık bir romanı birkaç gün içinde bitirebileceğini düşünen okurlar için bir kez daha düşünmeleri gerektiğini hatırlamakta fayda var. Yaratılan yoğun tasvirlerden kaynaklı akıcılığın yittiği anların var olduğunun altını çizmek gerekir. Özellikle anlatıcının gösterdiği karanlık dehlizleri hakkıyla anlayabilmek için okur kimi zaman geri dönüşler yapmak zorunda kalabilir. Fakat eseri tüm emsallerinin öncülerinden biri olduğu gerçeği ile okumak istediğimizde kurulan öykü çatısının çok sağlam olduğu, korku ve gerilim öğelerinin internet ve televizyonun olmadığı bir dönemin şartlarında yazıldığına dikkat çekmek gerekir.

Eserin bilimkurgu türüne olan katkısına gelecek olursak günümüzde yayımlanan tüm o “canavar ve yaratıklı” filmlerin atası olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Antarktika’da sürdürülmek istenen bu araştırma ile ortaya çıkan çeşitli ihtimaller bilimsel bir bakış açısıyla yorumlanırken, özellikle evrimsel süreçlere de göndermeler yapılmıştır. “Yaratık” gibi insanın tanıdığı bu doğaya yabancı bir canlı türü ile karşılaşma ya da bu türe ait yaşam alanlarını inceleme konusu da hem edebiyatla ilgili alanlara hem de sinema sektörüne can verdiği su götürmez bir gerçek olarak durmaktadır.

H. P. Lovecraft’ın hatırı sayılır ölçülerde arkeoloji konusunda bilgisini de gözler önüne serdiği bu eseri dünya edebiyatı için büyük bir kazanım olarak görülmektedir. Deliliğin Dağlarında; korku, bilimkurgu, gotik gibi etiketler üzerinden okuma yapmak isteyen okurların başvuracağı ilk eserlerden biri olma şerefini gururla taşırken son çocukluk döneminin hemen sonrasındaki yaş gruplarının okuması için de gönül rahatlığı ile önerilebilinir.

[foogallery id=”3803″]