“Deremiz, tarlalarımız, mezarlığımız, çeşmemiz, okulumuz vardı. Okulumuzun tozu toprağı bol bahçesi, teneffüslerimiz, teneffüslerde oyunlarımız, oyunlarımızda ayağımıza takılıp bizi düşüren taşlar, düşünce dizlerimizde açılan yaralarımız vardı. O yaralar ki bu yaşımıza kadar gelen çocukluk mühürlerimiz.”
Ayşe Özlem İnci’nin ilk kitabı ‘Yerin Dibinden Geliyorum’da yer alan ‘Zelal’ adlı öykünün girişinden bir alıntı bu. Söz konusu hikâye daha önce Notos’ta yayımlanmış, ben de orada okumuştum. İnci, bu kitaba ait adımlarını farklı yayınlarda çıkan öyküleri vasıtasıyla atmış ve nihayetinde kaleme aldıkları bir bütüne ulaştığında da ‘Yerin Dibinden Geliyorum’ vücut bulmuştu. Kitabı, içindeki 13 farklı öyküyü okuyup tamamladığımda belki de benim için ilk göz ağrısı olması nedeniyle ‘Zelal’in farklı bir tonu ve tadı olduğunu düşünüyorum. Yani 2017’deki o ilk iz, o ilk tortular varlığını hâlâ koruyor…
‘Yerin Dibinden Geliyorum’daki hacimsel (ya da sayfasal!) anlamda en uzun metin olan ‘Kasetçalar’ın da tıpkı ‘Zelal’ gibi, kitapta yer alan öykülerin bir adım önünde olduğunu söyleyebilirim (Tabii ki kendi adıma)…
Söylencelerin tadı
Ayşe Özlem İnci’nin dolaştığı yazınsal coğrafyanın okurda bıraktığı temel izin modern çağda söylencelerin tadını hatırlatmak, yeniden tanımlamak, geçmişle şimdiki zaman arasında gidip gelmek olduğu kanısındayım. Yazarın dili, kaleminin derdi sanki geçmişte yanan bir ateşi harlamak, sönmemesine çalışmak; belki de ait olduğu kuşağa ve sonrakilere aktarmak gibi bir işleve de soyunuyor. Nitekim ‘Zelal’ öyküsündeki edebi lezzeti en yüksek vurgu olan “O yaralar ki bu yaşımıza kadar gelen çocukluk mühürlerimiz” cümlesinin sadece yazara ait eski bir hatıra olmadığı, belleğinde derin bir yer ettiği aşikâr. Tıpkı bu öyküde olduğu gibi İnci’nin dolaştığı sınırların içinde Doğu’dan Batı’ya uzanan bir yolculuğun izleri, genel olarak inançlarla, arada bir de bilimle kaderi çizilen bu coğrafyanın bilinç akışı var adeta.
Billie ve Edith
Kitabın geneline göz atıldığında belki şu tespit de karşımıza çıkıyor: Evet, söylenceler baskın ama bazı öykülerin durakları da yerelden çok evrensele göz kırpıyor (Yolları bir şekilde kesişen ‘Billie ve Edith’de olduğu gibi). Dolayısıyla tek bir güzergâhta ilerlemiyor ‘Yerin Dibinden Geliyorum’. Ana arterden ayrılan farklı yollara da sapıyor… Öte yandan bazı metinler de rüyalarla gerçekler arasında gidip geliyor. ‘Rüya bütün çektiğimiz’ misali!
Türkiye’de ‘genç’ parantezi içinde kendini tanımlayacak, kalemi güçlü bir kuşak olduğu kanısındayım. Bir belirleyici unsur da son 10-15 yıla damgalarını vurmuş olmaları. Genellikle yazınsal ifade biçimlerini de ‘öykü’ formatı üzerinden kuruyorlar. Kimi edebiyat yolculuğunu halihazırda tek bir adımla (kitapla yani!) sürdürüyor, kimi iki ya da daha çok adımla… Umarım bu kuşak adımlarını, mesafelerini çoğaltır. Ayşe Özlem İnci de bu geniş koronun yeni üyelerinden. Sesini, rotasını, limanını arayan bir yazar… ‘Zelal’ öyküsünün kahramanı, mutluluğun adresini denizin ‘şifalı’ sularında buluyordu. Ve bu metin bir anlamda Murathan Mungan’ın o güzelim dizesine (‘Denizlere çıkar sokaklar’ / ‘Fırtına’) göz kırpıyordu sanki. Ne diyelim, öykücümüzün yolu açık olsun, daha çok denizlere çıksın sokakları…
Ayşe Özlem İnci
İletişim Yayınları, 2021
97 sayfa, 20 TL.