[3d-flip-book mode=”fullscreen” urlparam=”fb3d-page” id=”3087″ title=”false”]
Yazarlar, müzisyenler, ressamlar veya yönetmenler yokken de hikâye anlatıcıları vardı. Keşiflerin çok uzakta, teknolojininse bir sır olduğu dönemde neredeyse herkes hikâye anlatıcısıydı ve mitleri üretenler de doğayla baş başa kalmaktan başka seçeneği görünmeyen aynı kişilerdi. Edebiyat veya sinemada kullanılan aşk, macera veya korku öğelerinin kökeni çeşitli kültürlerde ortaya çıkmış mitler, masallar veya batıl inançlara kadar uzanır. Bu ilham kaynakları arasında İlyada, Odysseia, Aeneas gibi destanları sayıp, kutsal kitapları da listeye dahil edebiliriz. Sanatsal izleklere dair varyantlar genelde bu metinlerden sağlanır. Modern zamanlara ait kurgusal temaları da özellikle ele aldığı dönemler ve zamanın ruhunu göz önünde bulundurarak öncüllerinin arasına yerleştirebiliriz. Geçmişten bugüne uzanan tüm edebi yönelimlerin temeline inildiğinde, insana bahşedilmiş bir güdüden daha fazlası, belki de ilkel zekânın yaşadığı sürecin bir yansıması fark edilecektir.
John Fiske, Mitler ve Mitleri Yapanlar isimli kitabında, kurt adam ve vampir efsanelerinin Orta Çağ’dan beri insanların bilincinde hangi şartlarda tohumlandığını açıklar. Bu tip metamorfoz öğelerinin ilkel insan için doğal, gayet sıradan bir düşünce ve korku öğesi anlamı taşıdığından söz eder. Kurt adam ve vampirler onlar için artık günlük hayata uyarlanan bir arzu veya ürkü nesnesi halini almıştır. Karşılaştırmalı mitoloji birbirinden kopuk, farklı coğrafyalarda bile benzer metaforlara rastlandığını örneklerle sunar. Geride bıraktığımız yüzyıllarda birtakım olaylar, daha doğrusu söylentilerle toplumsal hafızanın korkutucu bir parçası olmuş bu metamorfozlar, insan doğayı keşfettikçe yerini başka korkulara bıraktı. Söz ve yazı ise eski korkuları taşımaya devam etti, bu şekilde kurt adamlarla vampirler modern zamanlarda hem sinema hem de edebiyatta varlığını sürdürdü.
Neyi, Neden, Nasıl Anlatırız?
Ortak belleğin inşa edildiği vakitlerden şimdiye, hikâye aktarımında aşk, hüzün, macera tasvirleri yüzeyde geniş bir alana yayılsa da yönelimlerden bir diğeri yazının karanlık yönüne dairdir. Edebiyatın estetik tarafı güzellik üzerinde dursa da bir yanı insanın içinde kopan endişeli fırtınalara odaklanır. Bilinmeyen canlı veya cansız nesnelerin, örneğin gece vakti bir kapı gıcırtısının bile insanlarda yarattığı tedirginlik yüz binlerce yıldır güncelliğini koruyor. Bunun yanında, bir eserin kurgu olduğunu bilsek de, izlerken veya okurken ondan korkmamız ilkel dürtülerimizden kaynaklanır. Sonuçta doğan her insan kültürel mirasla değil, ilkel ve güdüsel bir benlikle; medeniyet mirasıyla değil fakat korku, acı, hüzün, mutluluk gibi hislerle dünyaya gözlerini açar. Dolayısıyla hikâye anlatıcıları için vazgeçilmez temalar toplum veya uygarlık yaratılarından ziyade kendinde var olan hisler ve düşüncelerle yüzeyde belirir.
Özellikle korku öğelerinin baskın göründüğü anlatılar, çevresinde olan biteni anlamlandırmada zorluk çeken toplumlardan kalma bir mirastır. Niyeti insanları, okuyanı veya dinleyeni korkutmak olmasa da yer altındaki ölüler ülkesine yani Hades’in yanına inen Aeneas’ın gözlemleri, Troya Savaşı’nın ölü kahramanlarıyla yaptığı konuşmalar son derece ürkütücüdür. Vergilius’un korku hissini ortaya çıkarmadaki bu başarısı sonraki kuşak hikâye anlatıcılarına yol göstermiş olmalı. Diğer yandan Batı’nın daha maddesel olan korku öğelerine yine kurt adam ve vampirler örnek gösterilebilir. Cin ve peri hikayelerini öne çıkaran Doğu’nun korku unsurlarıysa haliyle daha metafiziktir. Kurt adamlarla vampirler, Orta Çağ insanının yaşamına korku salmış, onlarla ilgili mitler yaygınlaştıkça hikâye edilmiş, çeşitli biçimler türetilmiştir. Bir tarafta insanlarla hayvanlar arasında kurulan yakın ilişki, diğer tarafta doğaüstünü tam olarak kavrama yetisinden uzak olma durumu kurt adam ve vampir efsanesinin önünü açmıştır. Bu iki metafor bir başlangıç teması özelliği de taşır.
His ve Düşüncede Ortak Köken
Birbirleriyle alakasız, iletişimsiz, kopuk yerleşim birimlerinde ortaya çıkan bazı mitler vardır, sanki beraberce üretilmiş gibidir. Mesela, ünlü William Tell miti bu duruma uygun bir örnektir, bu ve diğer mitlerin çoğu hem Doğu’da hem de Batı’da farklı isimlerle ama benzer sebep-sonuçlarla ortaya çıkar. Karşılaştırmalı mitoloji incelemelerinde konuya dair birçok örnek görülebilir. Hangilerinin daha önce uydurulduğu, kimin kimden beslendiği belli değildir. Fakat mitlerin işlenmesini, günlük hayata uyarlanmasını, önemsenmesini sağlayan etken, Doğu’da da Batı’da da insanların dürtüleri ve ortak bilincidir. 1800′lerin ortalarına kadar Amerika ve Fransa gibi ülkelerde, yani farklı kıtalarda kurt adam ve vampirlerin varlığına ciddi ciddi inanıldığı bilgisi bizi şaşırtabilir. Gelgelelim mitlerin batılları, batılların da korkuları doğurması kaçınılmazdır. Yaşadığımız toplumda benzer korkuların, batıl inanışların hâlâ yer bulduğunu gözlemleme imkanına sahibiz. Akşam vakti bir sohbette sıklıkla cinlerden söz ettiğinizde, ortamdakilerin muhtemelen rahatsızlık duyacağını görebilirsiniz.
Son olarak Homeros örneğine dönersek, onun destanlarının edebiyatın, resmin, heykelin, kısaca sanatın tüm izleklerini içinde barındırdığını ifade edebiliriz. İlyada ve Odysseia’da yazının karanlık tarafına dair birçok pasaj da yakalayabiliriz. Mesela İlyada’da Akhilleus’un Hektor’u kovaladığı, öldürdüğü, cesedini savaş arabasına bağlayıp sürüklediği satırlar okura korkuyla birlikte çeşitli hisler de vadeder. Bu yoğun dizelerde duyulan korku, tanrının gazabına uğrama korkusudur, çünkü bu büyük destan bir bakıma kahramanlarla tanrıların, güçlüyle güçsüzün, ölümlülerle ölümsüzlerin mücadelesidir. Korkuların en sarsıcı olanı, yani ölüm korkusu Homeros’un anlatısıyla derinlerden yüzeye ulaşır. İzmirli ozanın destanları aşk, intikam, kahramanlık, hüzün, acı, iyilik, kötülük, kıskançlık, haset, korku gibi çeşitli temaları, geçmişten bugüne var olan ve var olmayı sürdürecek arketipleri gerilim ve aksiyon açısından zirveye taşır. Isaac Bashevis Singer’ın ifade ettiği gibi, bir edebiyat eserinde olması gerekenler de zaten bunlardır.