2020 yılının ilk aylarından itibaren hayatımızın ortasına düşen Covid 19 salgını hızını kesmeden devam ediyor. Yaz aylarının başında tam bitiyor galiba diye sevinirken hareket serbestliğinin gelmesinin ardından hasta-vaka sayısı yeniden tırmanışa geçti. Bizde değil bütün dünyada salgınla ilgili ne yapacağını tam bilememe durumu hakim. Bir yanda dünyada salgın önlemlerini protesto gösterileri artarak devam ediyor. Dünya ikiye bölündü; karantinaya mı devam yoksa hayatımıza mı?
Şimdilik ikisini birden yapmaya çalışıyoruz. Hem karantina altındayız hem de normal hayatımızı sürdürüyoruz. Bu da histerik bir durum çıkarıyor ortaya. Histerik olmamak anormal bu ortamda. Düşünsenize evde neredeyse dokunduğunuz her yeri tekrar tekrar dezenfekte ettikten avuç avuç vitamin içtikten çamaşırları daha temiz olsun diye defalarca kurutup kırış kırış yaptıktan yerleri çamaşır suyuyla tekrar tekrar sildikten sonra birden kendinizi toplu taşımada buluyorsunuz. Daha girişte başlıyor kirlilik(!). İstanbul kartınızı basarken virüs üstünüze atlayacak sanki. Şoför mahalli plastikle örtülmüş. İçinizden, “Boşuna örtmüş nasılsa kapmıştır” diyorsunuz. Yine de şoför koltuğunu kıskanıyorsunuz o anda. Otobüste gördüğünüz her şey Covid’li gibi geliyor; koltuklar, tutma kolları, yerler, tavan, camlar…
Çıplak ellerinizle bir yere dokunmamak için 35 derece sıcaklıkta uzun kollu gitmeye başlamışsınız, kolunuzu ellerinizin üzerine çekerek ilerliyorsunuz otobüste. Eskiden öyle rahat rahat oraya mı otursan buraya mı tavrı yok, bulduğunuz ilk yere oturuyorsunuz. Tabi çok da ortada olmamaya dikkat ederek. Ön koltuklar hep boş çünkü orda çok insan akışı var.
Hiçbir yere temas etmeden oturacak bir yer bulduğunuzda dünyalar sizin oluyor. Birinin karşısına otururken sağlık kontrolü yapılıyor göz ucuyla; öksürük var mı, rengi kırmızı mı sarı mı, gözleri nasıl bakıyor, yaşı, boyu, kilosu…. Ayaküstü muayene biterken oturuyorsunuz karşıdaki ya da yandaki koltuğa. Aynı hesaplamaları sizin karşınıza ya da yanınıza oturan da yapıyor bu arada gözlerinden anlıyorsunuz. Hatta bozuluyorsunuz niyeyse. Siz yaparken iyi de o yaparken mi kötü?
Herkes kendi işinde toplu taşımada kimse başını bile kaldırmıyor oturacak tutunacak bir yer bulduktan sonra. Kimseye değmemeye çalışma çabaları seyahat boyunca sürüyor. Herkes birbirine virüslü muamelesi yapıyor. Yanınıza oturan kişinin kolu artık daha uzak. Sanki virüs koldan bulaşacak. Herkes zayıflamış gibi. Eskiden yayıla yayıla oturanlar üstünüze kaykılanlar yok artık. Herkes küçülmüş(!). Kimse omuzunuza doğru uyuklarken düşme pozisyonuna girmiyor. Siz de kimseyi nasıl dürtsem derdine düşmüyorsunuz.
Size her şey salgını anımsatıyor. Salgının ilk günlerinden kalma yırtık sökük yazılar salgın gibi nostaljik geliyor o anda ama değil hala salgının içindeyiz. Artık yazıları takan da yok yasak da yok zaten. Serbestliğin ilk günlerinde insanlar oturup oturmamaya bile karar veremiyordu otobüslerde. Artık biliyorlar; herkes her yere oturabilir.
Gözlerinizi bile kapatıyorsunuz içerdeyken; malum gözlerden de giriyormuş ya bu meret. Ya da kapatmayıp eve gidince dezenfekte etmeyi unutmayacağınız telefonunuza bakıyorsunuz. Gözler yarı açık oluyor o zaman. Virüs kapma ihtimali de azalıyor. Umarız yani. Herkes en dış taraflara yapışmış. Bu haliyle oldukça kıskanılası bir durum. Bu kadar dar alanlarda bu kadar uzun paslaşmalar olabiliyormuş demek ki…
İç ses hiç susmuyor. Süreki Covid Covid diyor. Dikkatini vermek ne mümkün telefona bu kadar Covid sesi varken. En iyisi sürükleyici bir yazı bulmak. Bulursanız şanslısınız. Yoksa yandınız.
Otobüsler hep bu kadar rahat değil tabi. İş çıkışı ve sabah saatlerinde yine tıklım tıklım. O saatlerde bu kadar sakin de olmuyor seyahatler. Onu da çalışanlar düşünsün ne diyelim. Hayat otobüsten indiğimiz andaki gibi ferah ve huzur içinde geçsin….