Sanrıların Gerçekliği

Dış kapıyı yavaş hareketlerle açıp adımını sokağa atarken yüzü de vücudu da gevşekti. Evlerinin kapısı sokağa açılıyordu. Ama evlerinde kapısı sokağa açılan evlerin neşesi yoktu.


Genç kadın akşam yemeğini yedikten sonra ağırlaşan kocasına boş bir bakış attı. Elindeki yeşil elmayı soyarken kulağına televizyondan çalınan seslerle pek ilgilenmiyordu. Aklı başka bir yerde değildi. Kafasından hiçbir düşünce geçmiyordu. Soyduğu elmayı dörde böldü. Bir parçasına bıçağı takıp çaprazındaki koltukta uzanan kocasına uzattı. Kocası televizyonda izlediği şeye kitlenmişken bile otomatik bir hareketle kendisine uzatılan meyveyi fark etti ve dikkatlice bıçaktan koparıp ısırarak yemeye başladı.

Kadın elmayı yerken hiçbir tat almıyordu. Genel olarak yediği hiçbir şeyden tat almazdı ama bunun bir sorun olduğunu bilmiyordu. Her şey, herkes için tatsız sanıyordu. Birazdan televizyondaki program bitecekti. Kocası dişlerini fırçalayacaktı. Kendisi de dişlerini fırçalayacaktı ve her gece olduğu gibi yataklarına yatacaklardı.

Kadın yatağa yattıktan sonra birkaç dakika pencereden dışarı baktı. Kararmış gökyüzü ve sokak lambaları derin bir nefes almasına sebep oldu. Gecelerin ahengini sevdiğini fark etti. Bu ilk kez fark ettiği bir şey değildi. Kafasını yanında yatan kocasına çevirdi. Kocası biraz kiloluydu. Çok yemek yerdi. Yerken çok keyifli gözükürdü. Bu durum kadına hep ilginç gelirdi, yemek yemenin kendisine bu kadar zevk vermemesine içten içe bir sitem duyardı.

Adam yatağa yattıktan birkaç dakika sonra uykuya yenik düştü. Kadın gözlerini ayırmadan kocasını izledi. Kocasının kafası yavaşça ağırlaştı ve bir süre sonra tamamen yastığa gömüldü. Bu hareketten sonra top patlasa yine de uyanmazdı.
Genç kadın bir süre tavana baktı. Sonra yavaşça yataktan kalktı ve odadan dışarı çıktı. Kocasını seviyordu. Ama yeterince değil. Kadın dünyadaki hiçbir şeyi yeterince sevebildiğini düşünmüyordu. Herkes her şeyi ederi kadar sevebiliyormuş gibi hissediyordu ve her şeyin ederi hiçbir zaman yeterli miktarda değildi.

Askılıktan montunu alıp giydi. Anahtarı ve cüzdanı montunun cebindeydi. Dış kapıyı yavaş hareketlerle açıp adımını sokağa atarken yüzü de vücudu da gevşekti. Evlerinin kapısı sokağa açılıyordu. Ama evlerinde kapısı sokağa açılan evlerin neşesi yoktu.

Genç kadın sokak lambalarının aydınlattığı ıssız sokağa bakarken kafasında hiçbir düşüncenin olmadığını fark etti. Bazı geceler kocası uyuduktan sonra evden çıkardı ve sokaklarda boş boş dolaşırdı. Ama hep bir şeyler düşünürdü. Bu gece, kafası tıpkı mavi bir göl gibiydi. Durgun, hareketsiz.

Yürüdüğü sokaktaki bütün evlerin kapısı sokağa açılırdı. Kadın, bu evlerin neşeli olup olmadığını hep merak ederdi.
Sokaktaki çöp konteynırının yanında üç tane kedi kenara bırakılmış yemek artıklarını yiyordu. Genç kadın kedilere baktı, onların başıboş halleri kadının içinde bir kıpırtıya sebep oldu. Yemeklerini yedikten sonra buldukları boş bir alana yatacaklar, uyuyacaklar ve sabah olduğunda yine yemek arayacaklardı. Bu döngüyü kıskandı. Sonra önüne dönüp yürümeye devam etti.

Hava çok soğuktu, kuru bir rüzgar saçlarının arasından giriyor, açıkta kalan boynuna sert darbelerle vuruyordu. Kadın bu dövüşe aldırış etmiyor, sakin sakin yürüyordu.

Sokağın sonuna geldiğinde birkaç saniye düşündü. Sonra sol taraftaki sokağa daldı. Bu sokakta da kimse yoktu. Sokakta kimse olmayınca insan kendini yapayalnız hissediyordu. Oysa sokaktaki evlerin içi doluydu. Herkes savunmasız bir uykuya zamanını yatırıyordu. Kadın uykunun ölümle akraba olduğunu düşünürdü hep. Kocası yastığa başını koyar koymaz uykuya teslim olurdu. Kocası her şeye çok çabuk teslim olurdu. Kafasındaki durgun göldeki dalgalanmanın sebebi kocası olsun istemediğinden bakışlarını sokaktaki evlere çevirdi. Bazı evlerin ışığı hala yanıyordu. Bazılarıysa içinde hiç yaşam yokmuş gibi karanlığa gömülmüştü.

Bu sokağı da bitirince yine bir ikilemde kalmıştı. Bu sefer sağdaki sokağa girdi. Girdiği sokaktaki evlerin daha azında ışıklar yanıyordu.

Bir an kafasındaki durgun göl rüzgarın da etkisiyle dalgalandı. İçinde engel olamadığı bir istek cereyan ederken yürümeye ara verdi. Sokağın tam ortasında durdu. Kendi ekseni etrafında bir tam tur attı. Sonra ayakları önünde durduğu eve doğru yürümesini emretti. Genç kadın bakışlarını kaldırıp önünde durduğu eve baktığında buranın iki katlı ahşap bir ev olduğunu fark etti. Bu evin de kapısı sokağa açılıyordu. Ahşap evin ışıkları yanıyordu. Derin bir nefes aldı. Hiç düşünmeden kapının yanındaki zile bastı.

İçinde anlamlandıramadığı bir hoşluk vardı.

Kapı birkaç dakika içinde açıldı. Kaşlarını çatmış iki kadın karşı karşıya geldi.

Evin kapısını açan kadın biraz tombuldu. Genç kadın herhalde o da kocası gibi yemek yemekten keyif alıyor diye düşündü. Bu güzel bir şeydi ona göre. Evin sahibinin saçları kısaydı ve üzerinde mor pijamalar vardı. Yüz ifadesi meraklı, biraz da kaygılıydı.

“Buyrun, kime bakmıştınız?” diye sordu genç kadına. Ses tonundaki tedirginlik kapıyı çalan kadını biraz utandırsa da bundan çabucak kurtuldu.

“Özür dilerim, çok özür dilerim sizi rahatsız ettim gece gece,” dedi kısık bir sesle. Biraz durup ne diyeceğini düşündü. Ev sahibi kadın anlamlandıramadığı bir bakışla karşısındaki cılız kadını süzdü. Üzerinde uzun bir kaban vardı ama kabanının altından pembe pijamaları gözüküyordu. Kadın susunca, “önemli değil, buyrun,” diye sorusunu yineledi,  hoş görülü bir insana benziyordu.

Genç kadın avuçlarını montuna sildi.

“Biliyorum size çok anlamsız gelecek söyleyeceklerim ama öncelikli olarak şunu belirtmek istiyorum ki ben deli değilim.”
Biraz susup nefes aldı. “İki sokak ötede yaşıyorum hatta. Evliyim, eşimle birlikte yaşıyoruz.” Biraz daha sustu. Bir nefes daha aldı. “Ben biraz yürümek için dışarı çıktım. Yürüdüm ve buraya geldim. Işığınızın yandığını görünce cesaretlenip zilinize bastım.”

Genç kadın susunca, ev sahibi kadının kaşları iyice çatıldı. Hala anlamaya çalışıyordu ama bu mümkün değildi.
Kafasını sallayarak devam etmesi gerektiğini belirtti.

“Ben sizden bir şey isteyeceğim ama beni anlar mısınız bilmiyorum.” dedi genç kadın. Cümleyi nasıl toparlayacağını bilmediğinden yüzünde tedirgin bir ifade vardı.

Ev sahibi “İsteyin tabii, başınıza kötü bir şey mi geldi? Söyleyebilirsiniz bana korkmayın lütfen,” dedi. Ev sahibinin bakışlarına  anlayışlı bir ifade oturmuştu.

“Hayır hayır, teşekkür ederim başıma kötü bir şey gelmedi. Ben yürüyordum, ara ara yürürüm geceleri. Evlere bakarım, ışığı yanan evlere daha uzun bakarım. Ama daha önce hiç gidip birinin ziline basmamıştım. Bakın beni anlayabilir misiniz bilmiyorum ama ben sadece evinizin içine bir kez bakmak, hiç tanımadığım bu evde bir kez bulunmak istedim. Hırsız ya da kötü niyetli biri değilim. Hatta öğretmenim, tarih öğretmeniyim. Kimliğimi gösterebilirim size. Üstümü de arayabilirsiniz, size zarar vermek değil niyetim.”  Genç kadın sakin bir ses tonuyla tane tane konuştuğunda, ev sahibinin kendisini anlayamayacağını düşündü.

Evlere bakarken hep o evlerin hiçbirine giremeyeceğini, dünyadaki milyonlarca sokağa ayak bassa da, o sokaklardaki evlerin içinde hiç bulunamayacağını biliyordu. Bu kadının tuhafına gidiyordu. Her yeri ve her şeyi keşfetmek istiyordu. Her eve girmek, her evin aynasında kendi ile karşılaşmak istiyordu. Düşündüğünde bu içeri girmek istediği evin içinde bir daha kaç kez bulunma şansı yakalayabilirdi ki?

Ev sahibi kadın duraksamıştı. Bunu hissetti. Onu korkutmaktan çekindi ama son kez şansını denemek istedi.
“Biliyor musunuz, şu an beni anlamanızı evde uyuyan eşimin anlamasından daha çok isterdim.”

Evde uyuyan kocasının onu anlaması hiçbir şeyi değiştirmezdi. Kocası onu anlasa da her sabah uyanıp işe gidecekti. İşten dönüp yemek hazırlayacaktı ve sonra uyuyana kadar vaktin bir şekilde geçmesini bekleyeceklerdi. Genç kadın böyle bir anlaşılmanın peşinde değildi. Şu an bu sokakta, hiç tanımadığı bir kadın tarafından anlaşılmak ona çok daha esrarengiz, çok daha yaşanmaya değer geliyordu.

Ev sahibi kadın karşısındaki kadına bakarken gözlerinde bir yumuşama oldu.

“Biliyor musunuz,” dedi kafasını iki yana sallayarak. “Sizi anladım.”

Genç kadın içeri girip ayakkabılarını çıkarırken ev sahibi kadın da içinde bulunduğu durumun garipliğine aldırmadan sanki arkadaşı gelmiş gibi bir sakinlikle onu bekledi.

“Ben yalnız yaşıyorum, iki de kedim var. Uyukluyorlardır şimdi.”

Ev sahibi kısaca açıklama yaptı. Genç kadınsa içindeki heyecanı bastırmaya çalışarak evin içine doğru birkaç adım attı. Alt kattaki iki odayı ve mutfağı gezerken ev sahibi de ona rehberlik ediyordu. Kadın, her şeye dikkatle bakıyor ve inceliyordu. Sanki günlerce bu evin içinde kalsa, tüm vaktini evi keşfetmeye adar gibiydi.

Üst katın ahşap merdivenlerinden çıktılar. Geniş holün içindeki her kapının arkasını merak ediyordu genç kadın ama ev sahibinin kendisini yönlendirmesini bekliyordu.

Yatak odasını ve çalışma odasını gezerken de aynı dikkate sahipti. Evdeki dev kütüphaneye bakarken iç geçirmişti.
Bakılmayan bir tek banyo kalmıştı.

“Banyoya da bakmak ister misiniz?”

Ev sahibinin sorduğu soruya kafasını büyük bir istekle sallayarak yanıt verdi. Bu yanıt birbirine bakan iki kadının da gülmesine sebep olurken yaşanan bu tuhaf anının hiçbir zaman unutulmayacağını ikisi de biliyordu.

“Siz girin o zaman, ben burada bekliyorum,” dedi ev sahibi. Konuğu banyoya girerken, aslında onu çok çabuk anlayabildiğini fark etti. Daha önce kimsenin evini merak etmemişti belki ama bu merak ona tuhaf gelmiyordu. Herkesin iç dünyasında garip istekleri olabilirdi. Belki kendisinin bile keşfedemediği arzuları vardı ve onları dinlese kendisine değişik maceralar yaşatabilirdi. Bir an içeriye giren kadını çok cesur buldu. Bu anın bir parçası olduğu için de kendini şanslı hissetti.
Genç kadın büyük banyoya girip bakışlarını etrafta çok oyalamadan aynaya çevirdi.

Yüzündeki koyu renge tuhaf bir bakış attı. Gözlerindeki yorgunluk, saçlarındaki sönüklük, yüzündeki çizgiler sanki yok olmuştu. Yanakları al aldı. Aynadaki kadın sanki gençliğiydi. Kadın hiçbir zaman aynadaki gibi genç bir görünüme sahip olmadığını biliyordu. Bazen gerçeklikler iç dünyamızla uyum içinde olmayabilirdi. Bazen geçmişte yaşanmayan şeyleri, iç dünyamız bizlere anı olarak sunabilirdi ve asıl gerçekliğimiz bunlar olabilirdi. Genç kadın, iç dünyasını ve gerçekliğini birbirine harmanlamıştı. Bazen sanrılarını, gerçeklerinden bile daha hissederek yaşıyor, anımsıyordu.

Bir an aynadaki aksinin resmini çizmek ve o resmi yatağının başına asmak istedi ama bu mümkün değildi. Kendisine bir kez daha gülümsedi. Tanımadığı bir evde, gecenin bir vakti, daha önce hiç tanışmadığı kendisi ile karşılaşmıştı.
Banyodan çıktığında karşısındaki kadına temiz bir gülümseme hediye etti. Evden çıkarken ona bu deneyimi yaşatan tombul kadına büyük bir istekle iyi dilekler sundu.

Sokakları yine sakin adımlarıyla yürürken, az önce yaşadığı anın etkisiyle önünden geçtiği evleri daha az merak ettiğini fark etti. Belki bunu bir daha yapmayacaktı. Belki tekrar yapacaktı ama bunlar önemli değildi. Önemli olan girdiği başka bir evin içinde karşılaştığı kendisinin nasıl görüneceğiydi.

Evine girdiğinde ilk işi banyoya girmek oldu. Aynada gördüğü kadın, bu evin içinde yaşarken rastlamaya alışık olduğu kadındı. Bu durum genç kadını şaşırtmadı. Evindeki  aynadan kendisine bakan tanıdık kadına da tebessüm etti. Sonra yatak odasına yürüdü. Yatağa yatıp birkaç dakika pencereden dışarı baktı. Kararmış gökyüzü ve sokak lambaları derin bir nefes almasına sebep oldu. Gecelerin ahengini sevdiğini fark etti. Bu ilk kez fark ettiği bir şey değildi. Kafasını yanında yatan kocasına çevirdi. Kocası derin bir uykuya teslim olmuşken hikayeyi biraz değiştirmek istedi ve daha önce hiç yapmadığı bir şey yaptı. Uyuyan kocasının yanağına sakin bir öpücük bıraktı.

Genç kadın tekrar yatar pozisyona geçip bir süre tavanı izledikten sonra yavaşça yataktan kalktı ve odadan dışarı çıktı.

[zombify_post]


%d blogcu bunu beğendi: