Osamu Dazai – Bir İleri İki Geri

Yazar acınacak durumda bir zavallıdır gerçekte. Neredeyse, boş bulunup yüksek sesle gülemez bile. Eseri ruhsal gelişim amaçlı ders kitabı olarak görüldüğünde cendereyle sıkıştırılmıştır artık.


Japonya ile sınırlı bir durum değil. Edebiyatla da sınırlı değil aslında. Odağa yerleşen ilk unsur, eserin vereceği keyiften ziyade yazarın tavırları olur. Yazarın insanlığını, güçsüzlüğünü, koku alma duyunuz yetersizse fark edemezsiniz. Eser, yazardan bağımsız, adı konmamış bir canlı olarak kalamaz. Üç Kız Kardeş’i okurken, o üç genç kadının ardında acı mı tatlı mı anlayamadığınız gülümsemesiyle Çehov’un yüzü bilincinizde canlanmalıdır. Bu zevk alma biçimi zekanın sivriliğine, keskinliğine işarettir. Kavrayış metni delip geçmelidir, derler, ama bu hiç de kolay değildir. Bu söz, bir nebze hafife alma, kibir yüklüdür. Keskin ve  sivri veya soluk ve uçuk sözcüklerinin aslında ne kadar rastgele, avam kavramlar olduklarının farkında olmak gerekir.

Osamu Dazai

Yazar acınacak durumda bir zavallıdır gerçekte. Neredeyse, boş bulunup yüksek sesle gülemez bile. Eseri ruhsal gelişim amaçlı ders kitabı olarak görüldüğünde cendereyle sıkıştırılmıştır artık. İnsan sefil bir konuyu konuşuyor olabilir, ama yüzünde ciddi bir ifadeyle konuşuyorsa, ciddiye alınması gereken şeyler söylüyor demektir. Diyelim ciddi bir konuyu gülerek anlatıyor, öyleyse söyledikleri yalnızca gülüp geçmek gereken saçmalıklardır, komedidir. Bir seferinde, gece geç saatte önünden geçtiğim karakoldan seslenip durdurdular beni. Sorguya çekip bir sürü soru sordular. Ben şuyum, ben buyum, diye biraz gür sesle içtimaya çekilmiş asker gibi yanıtlayınca, tarzımı beğendiklerini söyleyip salıvermişlerdi.

Yazar, birçok açıdan sıkışmış haldedir. Ne de olsa, karşısı okurların delici bakışlarıyla kaplıdır; asla boş bulunamaz. Gerginlikten masanın kıyısına öylece ilişip kalan, sonuna kadar “sükut altındır” lafına sarılan, çaresizliğin pençesine düşmüş yazarlar da çıkar elbette. Alttan alması gerekenin yazar olduğu beklentisi vardır. Bu yazarda mecburiyete yol açar, köle gibi boyun eğer, okurlar ise efendidir. Yazarın özel hayatı dibinin dibine kadar ortaya saçılmak istenir. Ayıptır elbette. Tezgahta satılan ortaya çıkartılan üründür. Yazarın insanlığına varana kadar satılmamalıdır. Esas okurların alttan almasını beklemek isterim. Yazar ve okur, bir kez daha tamamen yeni bir rol paylaşımı anlaşması yapmalıdır.

Kaliteli okuma nasıl olur? Hangi yazar olursa olsun, art niyet beslemeden okuyup, o ölçüde keyif alıp, okuma bittiğinde serinkanlılıkla sahafa götürmeyi, hiç alakası olmayan bir eserle değiştirip dönerek, yine yürekten bağlılıkla okumaya dalmayı bilmek gerek. Ne okuyacağı okurun hakkıdır, görevi değil. Bunu da kendi oluşturduğu bağlarından sıyrılıp,
özgürce yapması gerekir.