Hitler Savaşı Kazansaydı Ne olurdu? “The Man in the High Castle”

Nazi Almanyası ve Japonya İmparatorluğu'nun Mihver güçlerinin II.Dünya Savaşı'ndaki zaferinden sonra dünyayı yönettiği paralel bir evreni tasvir eden Amerikan distopik alternatif tarih düşünün.


İnsan; “The Man in the High Castle” (Yüksek Şatodaki Adam) adını duyduğunda ve konusunu okuduğunda, keşke bunu ben  yazsaydım diyor. Philip K. Dick düşünmüş romanını yazmış. Yıllar sonra dizisi çekildi.

The Man in the High Castle Nazi Almanyası ve Japonya İmparatorluğu’nun Mihver güçlerinin II.Dünya Savaşı’ndaki zaferinden sonra dünyayı yönettiği paralel bir evreni tasvir eden Amerikan distopik alternatif tarih dizisi. Frank Spotnitz yıllar sonra oluşturmuş ve Amazon Studios, Scott Free Productions, Headline Pictures , Electric Shepherd Productions ve Big Light Productions üretmiş.

Paralel evrende, Almanya ve Japonya Amerika Birleşik Devletleri’ni doğuda Büyük Nazi Reich’ına, New York City’nin bölgesel başkenti ve batıda Japon Pasifik Devletleri’ne, başkent San Francisco’ya bölüyor. Bu bölgeler, Rocky Dağları’nı çevreleyen tarafsız bir bölge ile ayrılıyor.

Dizi 1962’de başlıyor ve Almanya ve Japonya’nın savaşı kaybettiğini gösteren haber filmleriyle karşılaştıklarında kaderi iç içe geçen karakterleri takip ediyor. Dizinin başlığı, görüntüleri yarattığına inanılan gizemli figüre gönderme yapıyor; yüksek şatodaki adama.

Pilot bölüm, Ocak 2015’te gösterime girdi ve Amazon, ertesi ay on bölümlük bir sezon sipariş etti. Aralık 2016’da on bölümden oluşan ikinci bir sezon, 5 Ekim 2018’de üçüncü bir sezon yayınlandı. Dördüncü ve son sezon 15 Kasım 2019’da gösterime girdi.

Şu anda “Japon Pasifik Devletleri”nin bir parçası olan Batı Kuzey Amerika, eski Amerikan vatandaşlarını Japon kültürüne asimile eden , teknolojik olarak daha az gelişmiş olan Shōwa dönemi Japonya İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş. Japonya’nın Ticaret ve Bilim bakanları Pasifik Eyaletleri’nin başkenti San Francisco’da çalışıyor . Rocky Dağları kapsayan Tarafsız Bölge Alman ve Japon blokları arasındaki Soğuk Savaş benzeri gerilimler nedeniyle tampon bölge görevi görüyor. Japon yöneticiler, Japon olmayanları ırk ayrımcılığına tabi tutuyor ve onlara daha az hak tanıyor, Naziler ise azınlıkları avlamaya ve fiziksel ve zihinsel olarak hastaları ötenazi yapmaya devam ediyor. Almanların üstün teknolojisi, kıtalararası yolculuklar için video telefonların ve Concorde benzeri ” roketlerin ” kullanılmasıyla öne çıkıyor.

“The Man in the High Castle” tarafından derlenen filmlerde , bazıları Müttefiklerin galip geldiği, bazıları Winston Churchill ve Joseph Stalin gibi idam edilmiş müttefik liderlerin yer aldığı , bazıları Amerikan direnişinin iyi gittiği sayısız başka Dünya’nın görüntüleri görülüyor. Bu görüntülerde ayrıca dizi karakterlerinin başka hallerini de görüyoruz. Kimi öldürülüyor kimi intihar ediyor.

Alexa Davalos

Dizinin ana karakterini Alexa Davalos canlandırıyor; Japon kontrolü altında yaşamaktan görünüşte mutlu olan San Francisco’dan genç bir kadın olan Juliana Crain. Aikido konusunda uzman ve San Francisco’da yaşayan Japonlarla dost. Juliana Yüksek Şatodaki Adam’ı ve filmlerini öğrenince isyan etmeye başlıyor. Öğrenmesi de ilginç bir şekilde oluyor; üvey kız kardeşi bu filmler yüzünden öldürülüyor. Tabi öldürülüyor mu yoksa başka bir evrende yaşıyor mu bilemiyoruz.

Rupert Evans , dizinin başında Juliana’nın erkek arkadaşı Frank Frink rolünde. Savaş öncesi Amerikan tabancalarının kopyalarını yaratan bir fabrikada çalışıyor ve kendi zamanında orijinal takılar ve eskizler yaratıyor. Frank’in büyükbabası Yahudiydi ve onu ayrımcılığın hedefi haline getirdi. Juliana, polis kız kardeşini öldürdükten hemen sonra ortadan kaybolduğunda, Frank gözaltına alınır. Kısa süre sonra devlete karşı döner ve Amerikan Direnişi ile birlikte çalışır.

Ve Joe Blake rolünde Luke Kleintank , Obergruppenführer John Smith yönetiminde , aslında SS için çalışan bir ajan olan yeraltı Amerikan Direnişi’nin yeni üyesi . Direniş’e sızma görevinin bir parçası olarak, The Grasshopper Lies Heavy adlı yasak filmin bir makarasını tarafsız Rocky Mountain State’e taşır. Juliana ile tanışır ve ona hızla aşık olur, bu da Reich’a olan bağlılığını sorgulamasına yol açar.

Ana karakterlerin üçü de birbirinden ilginç ve etkileyici. Alexa Davalos’un Elle Fanning benzerliği hemen öne çıkıyor lakin bu elbette bir kusur değil. Henüz birinci sezonu izledim. İkinci sezon daha bilimkurguya kaçıyormuş yorumlardan anladığım kadarıyla. İlk sezon biraz durağan ve karmaşık gelse de insan izlemeyi bırakamıyor. Atmosfer ve oyunculuklar harika çünkü.

Dizi dört sezon halinde Amazon Prime’da izlenebilir. Amazon Prime ilginç yapımları ile dikkat çekiyor. Alternatif tarih dizileri revaçta. Görkemli sahneler etkili diyaloglarla ilginç projelerle benzer platformlardan öne çıkacak gibi görünüyor. Başka bir zaman diğer projelerini yazarım. 


%d blogcu bunu beğendi: