Bir Mum Yaktım ve Bir Dilek Tuttum

Sona doğru bir şeyden daha bahsetmek istiyorum, Palaios Taxiarchis Kilisesi'nde güzel bir gelenek var.


Sakız Adası’na ilk seyahat ettiğimde bundan 9 yıl önceydi. Adaya çok yakın olan İzmir’de yaşıyor olmama rağmen oraya gitmek için neden otuzlu yaşlarıma kadar bekledim hiç bilmiyorum. Baba ocağım! Baba ocağı diyorum çünkü babamın babasının doğup büyüdüğü yer orası.

1913 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’na ait olan Sakız Adası, Londra Antlaşması ile Yunanistan’a bırakıldı. Anlaşmanın şartlarına göre dedem ve ailesi, Türk kökenli oldukları için Çeşme’ye gönderildi. Bu nedenle babam Türkiye’de doğdu ama babamın tüm ataları bugünkü devlet sınırlarına göre Yunanistan’da doğdu.

Bu durumun Sakız Adası ile aramda gerçekten bir bağ oluşturduğunun farkında değildim. Ama oldu. Feribottan indiğim anda hissettim. (Çeşme’den Sakız Adası’na ulaşımın en kolay yolu feribota binmektir.) Neredeyse her şey aynıydı. Kelimenin tam anlamıyla İzmir ile hemen hemen aynıydı. Kordon, yollar, kafeler, insanlar… Tabelalar Yunanca olmasaydı, yurtdışında olduğuma inanmazdım. Telefonum bile kordon boyunca normal şekilde çalışıyordu. Kulağa komik geliyor bu durum ama temelde iki ülkenin yakınlığından kaynaklanıyor elbette.

İlk şokum bir kafede oturup Yunan kahvesi sipariş ettiğimde oldu. Daha farklı bir şey içmeyi bekliyordum ama onun yerine daha büyük bir fincanda çok sevdiğimiz meşhur Türk kahvemiz geldi. Doğal olarak, bir daha asla Yunan kahvesi sipariş etmedim.

Bu seyahatteki asıl planım eski köyleri görmekti çünkü onlar gerçek birer tarih sayfaları. Atalarımın mirası. Böylece beni Mesta, Pirgi ve Olimpi’ye götürecek bir tur buldum. Yunanistan’ın bu üç köyü UNESCO Dünya Mirası listesinde. Bu bilgi, beklendiği gibi merakımı bir hayli artırdı.

Gerçeği söylemek gerekirse, tüm köyler inanılmazdı. Gezmekten, sakız likörü içmekten, Mastelo peynirli muffin yemekten ve 25 Mart kutlamalarına katılmaktan çok keyif aldım. Şans eseri Sakız Adası’na gittiğim gün onların hem dini hem de milli bayramlarından biriydi. Meryem Ana’ya İsa’yı doğuracağının vahyedildiği gün olan “Müjde Bayramı” olduğu için dini bir bayram. Osmanlı İmparatorluğu’na karşı verilen Yunan Bağımsızlık Savaşı’nın başlangıcının kutlandığı Yunanistan Bağımsızlık Günü olduğu için milli bir bayram. Garip bir tesadüf değil mi? Yunanistan’a ilk gittiğim gün onların en önemli iki bayramının olduğu günle çakışıyor ve dedemlerin Sakız Adası’ndan Çeşme’ye mübadele göçü etmelerinin nedeni de bu bayramlardan biri!

Her neyse, kutlamalar oldukça ilham vericiydi. Yunan coşkusunu paylaşmadan edemedim ve sonra da biraz garip hissettim.

***

Pyrgi’de beni en çok siyah elbiseli, yaşlı, yas tutan hanımlar cezbetti. Şaşırtıcı bir şekilde babaanneme çok benziyorlardı. Onu yıllar önce kaybettim. Aynı uzun elbiseleri ve topuz yaptığı aynı gri saçları vardı. Ve aynı anda hem mutlu hem de üzgün olan aynı bakışlar…

Pyrgi’de aşina olduğum bir diğer şey de evlerin geometrik süslemeleriydi. Evlerin ön yüzlerine Xysta kaplama yöntemiyle çiçekler, çarklar veya her ikisi birden işlenmiş.

Çiçeklerin sevgi ve mutluluk; çarkların ise şans, bolluk ve para getireceğine inanılıyor. Hayatım boyunca hep sembollere inandım ve her zaman inanacağım. Yazmak, çizmek ya da belki sadece yüksek sesle söylemek her şeyi değiştirir. Bu yöntem benim için her zaman çalıştı. Ne yalan söyleyeyim? Sakızlıların benimle aynı inancı paylaştığını görünce kendimi iyi hissettim. Farklı diller, devlet sınırları, savaşlar ve antlaşmalar… Yine de biz aslında kocaman bir aileyiz. Bu yüzden birbirimizi hissediyoruz ve birbirimize benziyoruz. Öyle değil mi?

***

Zirveyi sona sakladım. Sakız’da her şey oldukça tanıdık ve oldukça etkileyiciydi ama gökyüzüne ulaşan bir şey vardı. Gezimizin son durağı Mesta Köyü oldu. Bu köy orta çağda korsanların saldırılarına karşı bir labirent olarak tasarlanmış. Dolambaçlı ve dar sokaklar…

Anlatması o kadar zor ki görmeden anlamak zor.

Bu köyde Sakızlılar tarafından çok saygı duyulan bir kilise var. Aydınlanmam ve feyz almam işte bu meşhur Palaios Taxiarchis Kilisesi’nde oldu. Muhteşem bir kilise! Her yer ahşap oymalar ve fresklerle ve iki Baş Melek Mikail ve Cebrail’in ikonlarıyla süslenmiş.

İnanıldığı gibi, Baş Melek Mikail bizi izlemek ve Şeytan’dan korumak için dünyaya gönderildi. İkon, Mikail’in bu özelliğini vurgulamak için özel bir teknikle yapılmış. Ne tarafa giderseniz gidin, gözleriyle sizi takip ediyor. Sağ tarafa gidiyorsun, Mikail sana bakıyor. Sol tarafa gidiyorsun, Mikail hala sana bakıyor. Çok etkileyici!

Bu da bana asla yalnız olmadığımızı hatırlattı. Kötü davranışlarımızı kimsenin görmemesi önemli değil. Birisi her şeyi görüyor. Büyük Yaratıcı, Tanrı! O, bizim kalplerimizde. Kimse görmüyor ama gönlümüz biliyor. Vicdanımız, her zaman bizi takip ediyor. Biz, vicdanımıza karşı sorumluyuz.

Bu kadim gerçek her zaman tüylerimi diken diken eder. Yalnız değiliz ve dinimiz hiçbir fark yaratmıyor. Müslüman olarak doğdum ama aslında dinler arasında karşılaştırmaya inanmıyorum. Üç semavi din var ve ben hepsine inanıyorum. Çünkü Allah birdir. Her din aynı Tanrı’ya inanır. Dolayısıyla her mabet Allah’ın evidir ve diğerleri kadar mukaddestir.

Bunu biraz daha ileri götürecek olursam, inanmayanda iyilik varsa mümin ile ateist arasında bir üstünlük göremiyorum. Çünkü Tanrı iyiliktir, bu yüzden içinizde iyilik yoksa inancınız pek bir şey ifade etmez. Aynı şekilde, mümin olmasanız da içinizde iyilik varsa kötü sayılamazsınız.

Ben böyle inanıyorum. Tanrı’ya inanıyorum ve içimdeki iyiliğe inanıyorum. Ve kalbimin yol göstericiliğine inanıyorum. Palaios Taxiarchis Kilisesi’nde Mikail’i gördüğümde bir kez daha anladım ki kalbim ne olursa olsun beni her zaman izleyecek. Ve asla yalnız olmayacağım!

Sona doğru bir şeyden daha bahsetmek istiyorum, Palaios Taxiarchis Kilisesi’nde güzel bir gelenek var. Bir dilek dilemek isterseniz, çok küçük bir ücret karşılığında küçük bir mum yakıyorsunuz. Eğer dileğiniz gerçekleşirse, en içten teşekkürlerinizi iletmek için oraya geri dönüyor ve daha büyük bir mum yakıyorsunuz. Bu büyük mumlar biraz daha pahalı ve bu para kilisenin bakımı için kullanılıyor.

Burada söyleyebileceklerim bu kadar ama emin olun içimde bir yerlerde daha fazlası var. Sakız Adası’na ilk gidişimi ve Palaios Taxiarchis Kilisesi’ni asla unutmayacağım. Birçok kilisede, camide ve sinagogda bulundum ama bu sefer farklıydı. Mikail beni takip ediyordu.

Bu eski kilisenin Sakızlılar için neden bu kadar önemli olduğunu tam olarak anlıyorum. Gariptir ki ilk ziyaretimden sonra Sakız Adası’na üç kez daha gittim ama bir daha Palaios Taxiarchis Kilisesi’ni ziyaret etme şansım olmadı. Gitmem lazım ama ne zaman gideceğimi bilmiyorum. Zamanı gelecek. Bütün bildiğim bu.